Sayfa : [ 1 ] – [ 2 ] – [ 3 ] – [ 4 ] – [ 5 ] – [ 6 ] – [ 7 ] – [ 8 ] – [ 9 ] – [ 10 ] – [ 11 ] – [ 12 ]
10 SORUDA PANAMA BELGELERİ
1-) PANAMA BELGELERİ NEDİR?
‘Panama Papers’ ya da ‘Panama Belgeleri’, Panamalı hukuk firması Mossack Fonseca’ya ait olduğu belirtilen ve aralarında on iki dünya lideri ile çok sayıda bürokrat ve iş çevrelerinden önemli kişilerin bulunduğu para aklama, ambargoları delme ve vergi kaçırma gibi yasadışı mali faaliyetleri ortaya çıkaran, tarihin en büyüğü olmaya aday gazetecilik olayı ve toplamda 11 milyon belgeye verilen isimdir.
2-) KAÇ ADET BELGE SIZDIRILDI?
Panamada off-shore danışmanlık hizmet veren Mossack Fonseca adlı şirkete ait 11,5 milyon belge sızdırıldı. Alman Süddeutsche Zeitung gazetesine kimliği belirsiz kişiler tarafından verilen belgeler, 80 ülkeden politikacı, işadamı, sporcular, sanatçılar, FİFA yetkilileri, uyuşturucu kaçakçıları gibi çok sayıda kişiye ait gizli hesaplara ait bilgileri içeriyor. 214 bin firmaya ait 11,5 milyon belgenin büyüklüğü 2,6 terabyt.
Şu ana kadar sızdırılan belgelerde Rusya lideri Vladimir Putinin yakın çevresinden isimler, Suudi Arabistan kralı Selman bin Abdülaziz, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroschenko, Gürcistan eski Başbakanı Bidsina I wanischwili, İzlanda Başbakanı Sigmundur Davio, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın kuzeni, Pakistan ve Arjantin Devlet Başkanları başta olmak üzere aralarında halen görevde olanların da yer aldığı 12 devlet ve hükümet başkanının adı geçiyor.
3-) HANGİ SİYASETÇİLERİN ADI GEÇİYOR?
11 milyon sayfalık belgeler doğal olarak henüz tamamıyla incelenmiş değil. Haliyle belgelerde kimlerin adı geçtiği tümüyle bilinmiyor. Bununla birlikte Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu ICIJ belgelerin ilk kısmını inceledi. Onlara göre Panama Belgeleri ‘offshore’ sektörüne vurulan en büyük darbe. Gelelim adı geçen tanınmış kişilere. 50 farklı ülkeden 140 politikacının adı geçiyor. Şimdilik medyaya yansıyan siyasi liderlerin başında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin var. Öte yandan Mısır’ın eski lideri Hüsnü Mübarek, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Arjantin Devlet Başkanı Mauricio Macri, Gürcistan Eski Başbakanı Bidzina İvanisvili, Katar Eski Başbakanı Jaber El Thani, Pakistan başbakanları, Ukrayna Cumhurbaşkanı ve Suudi Arabistan Kralı’nın ve bazı bakanları da da adı geçiyor. Ayrıca İzlanda Başbakanı Sigmundur Davíð Gunnlaugsson adı medyaya yansıyan diğer isimler arasında. Bu arada söz konusu isimlerin 11 milyon sayfalık belgelerin sadece ilk kısmında yer alan isimler olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var.
4-) BAŞKA KİMLER VAR?
Panama Belgelerinde spor ve sanat dünyasının tanınmış isimlerinin de isimler geçiyor. Geçtiğimiz dönemde sık sık yolsuzluklar ve para aklama iddialarıyla gündeme gelen FIFA doğal olarak Panama Belgelerinde de yer alıyor. FIFA’nın üst düzey yetkililerinden Juan Pedro Damiani ve Eugenio Figueredo adı geçenlerden sadece ikisi. Öte yandan Barcelonalı ünlü futbolcu Lionel Messi’nin de adı belgelerde geçiyor. Messi ve babasının Panama’daki ‘Mega Star Enterprise’ isimli firmanın sahibi olduğu anlaşılıyor. Bilindiği üzere bir süreden beri İspanya’dan Messi’nin ‘offshore’ hesapları araştırılıyordu. Öte yandan belgelerde Brezilya, Uruguay, İngiltere, Türkiye, Sırbistan, Hollanda ve İsveç’ten bazı futbolcuların offshore şirketlerinin olduğu anlaşılıyor.
5-) BELGELER NASIL SIZDIRILDI?
Belgeler ilk olarak Almanya’dan Süddeutsche Zeitung (SZ) gazetesine sızdırıldı. Adı açıklanmayan bir kişi ‘işlenen suçları kamuoyu ile paylaşmak istediğini söyleyerek’ belgeleri gazeteye gönderdi. Gazetenin araştırma bölümü belgeleri Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu ile paylaştı. Akabinde ise 78 ülkeden 107 medya kuruluşuna servis edildi. Söz konusu medya kuruluşları belgeleri inceleyip haberleştiriyor.
6-) ŞİMDİ NE OLACAK?
Belgelerin yayınlanmasının dünyanın birçok ülkesinde önemli tartışmalara neden olacağı kesin. İzlanda’da şimdiden erken seçim konuşulmaya başlandı bile. Vergi kaçakçılığı ile suçlanan Başbakan Sigmundur Davíð Gunnlaugsson’un erken seçimi ilan etmesi bekleniyor. Bununla birlikte zaten demokrasiden ve hukuk sisteminden uzak ülkelerde ciddi bir değişiklik beklenmiyor. Bu tür ülkelerde bu tür belgeler daha önceden de tecrübe edildiği üzere malumun ilanı etkisi yapıyor.
7-) BELGELERDE ADI GEÇEN HERKES SUÇLU MU ?
Belgelerde yüz binlerce binden fazla müşterinin adı geçiyor. Bunların önemli bir kısmı firma. Söz konusu firmalarda milyonlarca insan çalışıyor. Bu yüzden belgelerde adı geçen herkesin yolsuzluğa bulaştığını söylemek çok yanlış olur. Nitekim off shore hesaplarını kullanmak ta tümüyle yasadışı değil. Burada riayet edilmesi gereken kurallar var. O kuralların dışına çıkanlar ve çoğu zaman gerçekten güvendikleri yakınları vasıtasıyla para aklayan ya da vergi kaçıranlar suçlu. Hali hazırda Panama Belgelerine erişimi olan medya kuruluşları belgeleri inceleyip bu konuda ciddi şüphe gördükleri kişilerle ilgili yayınlar yapıyor.
😎 BELGELER HANG YILLARA AİT?
Mossack Fonseca 1977 yılında kurulmuş bir firma. Sızan belgeler ise firmanın arşivinin tamamını içeriyor. Yani 1977 ile 2016 yılları arasını. Belgelerde 214 binden fazla müşterinin adı geçiyor.
9-) ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE BAŞKASININ ADI ÇIKABLİR Mİ?
Belgeler temelde Mossack Fonseca off shore hukuk firması ile müşterileri arasındaki iletişimi içeriyor. Bu iletişim elektronik postalar, fotoğraflar, pdf’ler gibi değişik şekillerde yapılmış durumda. Haliyle belgeler içerisinde değişik formatta veriler bulunuyor. Belgelerin büyük bir bölümü henüz incelenmiş değil. Öte yandan yeni belgelerin yayınlanacağına dair de iddialar da mevcut. Haliyle önümüzdeki dönemde tartışmaların daha da alevlenme ve yeni tanınmış kişilerin isimlerinin yayınlanma ihtimali yüksek.
10-) TÜRKİYEDEN KİMSE VAR MI?
Belgelerde 50 farklı ülkeden 140 politikacının adının geçtiğini söylemiştik. Herkesin merak ettiği soru doğal olarak Türkiye’den kimsenin adının belgelerde geçip geçmediği. Türkiye’den 111 şirketin 10 hesap ve 152 hesabın adı geçiyor.
10 SORUDA ERASMUS
1-) ERASMUS NEDİR?
Erasmus, “üniversite öğrencisinin uluslararası hareketliliğini” öngören bir yüksek öğretim programıdır. Avrupa Birliği tarafından finanse edilen bu program, üniversiteler arası iletişimi geliştirmeyi ve Avrupalılık boyutunun arttırılmasını amaçlar. Bu doğrultuda Erasmus programı, Avrupa üniversiteleri arasında ülkelerarası işbirliğini teşvik etmek amacıyla öğrencilerin ve eğitimcilerin karşılıklı değişimini sağlamayı ve Avrupa Birliği ülkelerindeki çalışmaların ve alınan derecelerin tanındığı ortak bir platform oluşturmayı hedeflemektedir. Hayatboyu Öğrenme Programı (Lifelong Learning Programme_LLP) olarak da bilinen Erasmus programı Avrupa ülkelerinde yer alan yüksek öğretim kurumlarının birbirleri ile işbirliği yapmalarını teşvik etmektedir. Erasmus Programı, sektörel bir Topluluk Programı’dır. 2003-2004 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de uygulanmaya başlayan bu program, 2013 yılında son bulacaktır. 1987’den beri sürdürülen Erasmus Programı’na bugüne kadar 2 milyon öğrenci katıldı.
- Erasmus programı, bir “yabancı dil öğrenme programı” değildir.
- Erasmus programı, bir “burs” programı değildir.
- Erasmus programı, bir “diploma” programı değildir.
- Erasmus programı, bir “araştırma” programı değildir.
2-) ERASMUS PROGRAMI NEYİ AMAÇLAR?
Erasmus Programı’nın en temel amacı Avrupa’daki yüksek öğretim kurumlarının eğitim kalitesini kültürel etkileşimlerle arttırmaktır. Program üniversite öğrencilerinin hareketliliğini hedefler. Avrupa Birliği tarafından oluşturulup yürütülen bu program, Avrupa kıtasında bulunan bütün üniversiteleri Avrupa Birliği altında birbirine bağlamayı amaçlamaktadır.
Avrupa’daki yüksek öğretim kurumları arasında öğrenci ve eğitmen hareketliliği sağlamak Erasmus Programı’nın amaçları arasında yer almaktadır. Öğrencilerin ve eğitimcilerin Avrupa’da karşılıklı değişimini sağlayarak programa katılan ülkelerdeki akademik çalışmaların ve alınan derecelerin akademik olarak tanınması, yüksek öğretim kurumları arasındaki şeffaflığın gelişmesine katkıda bulunarak temel amacı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, ülkelerarası akademik projeler geliştirme hakkı hem öğrencilere hem de eğitmenlere tanınmaktadır.
3-) ÖĞRENCİLERE HANGİ İMKANLARI TANIMAKTADIR?
Erasmus Programı kapsamında her yıl binlerce öğrenciye ve öğretim görevlisine eğitim ve öğretim faaliyetlerinin bir kısmını yurtdışında geçirme imkânı tanınmakta, bunun yanında ortak araştırma projeleri, yoğun programlar, müfredat geliştirme çalışmaları ve Avrupa çapında Tematik Ağların finansmanı sağlanmaktadır. Erasmus eylemi oluşturulurken hedefler arasında Avrupa’da yüksek öğrenimin kalitesini arttırmak, farklı kültürler ve yaşam biçimlerine karşı toleranslı yaklaşabilme becerisini geliştirmek ve dünyanın en rekabetçi ekonomileri arasında Birlik olarak yer alabilmek için küreselleşme sürecinde dünya piyasasının niteliklerine uygun eleman yetiştirebilmek amaçlanmıştır.
4-) ÖĞRENCİLER ERASMUS PROGRAMIYLA HANGİ ÜLKELERE GİDEBİLİRLER?
Program, Avrupa’da 31 ülkede ve yaklaşık 1800 üniversitede 2006 yılından beri uygulanmaktadır. Bu 31 ülkeden 27 tanesi AB üyesi (Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Hollanda, Portekiz, İspanya, İngiltere, Estonya, Kıbrıs, Macaristan, Litvanya, Letonya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Slovakya, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, İsviçre, Malta, Bulgaristan, Romanya), 3 tanesi Avrupa Ekonomik Alanı üyesi (İzlanda, Norveç, Lihtenştayn) ve bir tanesi de AB’ye Aday ülke (Türkiye) dir. Ülkemizde, 94 Devlet üniversitesi, 45 Vakıf üniversitesi, 5 Vakıf meslek yüksek okulu, 5 Kıbrıs üniversitesi bu programı uyguluyor.
5-) PROGRAMDAN KİMLER, NASIL FAYDALANABİLİR?
Erasmus Programı, sadece 31 ülkenin öğrencilerinin kullanımına açıktır. Ülkelerin ilgili resmi kurumlarınca yüksek öğretim kurumu olarak kabul edilen üniversite, enstitü, akademi ve benzeri kurumlar, Avrupa Komisyonu Eğitim ve Kültür Genel Müdürlüğüne başvurarak Erasmus Üniversite Beyannamesi (Erasmus University Charter_EUC) almaya hak kazandıkları takdirde, bu kurumların öğrenci ve akademik personeli Erasmus ve Hayatboyu Öğrenme programı kapsamındaki tüm faaliyetlerden faydalanabilir.
6-) PROGRAMA BAŞVURMAK İSTEYEN ÖĞRENCİLER İÇİN ÖNKOŞULLAR NELERDİR,PROGRAMDAN KAÇ KERE FAYDALANILABİLİR?
Erasmus Programı’na dâhil olan ülkelerden başvuruda bulunan öğrencinin, sonucunda bir derece ya da diploma elde edeceği lisans, ön lisans, yüksek lisans ve doktora seviyelerinden birinde olması gerekmektedir.
Öğrenciler okumakta oldukları yüksek eğitim kurumunun en az birinci yılını tamamladıktan sonra Erasmus Programı’ndan faydalanmak için başvuruda bulunabilirler. Eğitim kurumlarının hazırlık sınıfları bu bir yıl kapsamında sayılamaz. Başvuruda bulunan lisans ve ön lisans öğrencilerinin, başvuruda bulundukları zamana kadar olan süredeki genel not ortalamaları en az 2.50/4.00 ya da 75/100, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin ise 3.00/4.00 ya da 80/100 olması gerekmektedir.
Hiç bir öğrenci Erasmus Programı’ndan birden fazla kez yararlanamaz. Öğrenciler, akademik hayatları boyunca sadece bir defa başka bir ülkede değişim programı öğrencisi olarak bulunabilir.
7-) PROGRAMA KATILABİLMEK İÇİN BİR SINAVA GİRMEK GEREKİR Mİ?
Programa katılmak isteyen öğrencinin, okumakta olduğu yüksek öğretim kurumu tarafından yapılacak olan yabancı dil sınavına girmesi ve geçerli not (60/100) alması gerekmektedir. Gidilecek olan üniversitenin öğretim dilinin yaygın olarak konuşulan dillerden birinde olmaması ve üniversite tarafından bu dillerde yabancı dil sınavı yapılamaması durumunda, öğrencinin söz konusu dili programı takip edebilecek düzeyde (intermediate) bildiğini gideceği yarıyıl/yıldan önce kurs katılım sertifikası ya da Erasmus Yoğun Dil Kursu’na kabul edildiklerine dair alacakları belge ile belgelendirmesi gerekmektedir.
😎 BAŞVURULARIN DEĞERLENDİRMESİ VE ÖĞRENCİ SEÇİMİ NASIL YAPILIR?
Öğrencilerin başvuruları değerlendirilirken ağırlıklı puanlama sistemine göre aşağıdaki değerlendirme ölçütleri uygulanır:
* Akademik başarı düzeyi : %50
* Dil seviyesi : %50
Başvuruda bulunan öğrencilerin yabancı dil düzeyini belirlemek için kullanılacak yöntem, kurumun aynı kontenjan için başvuruda bulunan bütün öğrencilerinde aynı kriteri kullanması kaydıyla, yüksek öğretim kurumlarının kendilerine bırakılmıştır.
Yabancı dil düzeyi belirlemede kullanılacak belgeler ve uygulanacak metod, öğrencilere başvuruları sırasında bildirilir. Yükseköğretim kurumunun yabancı dil düzeyini tespit etmek üzere kendisinin sınav düzenlemesi halinde bu sınav, profesyonel kurumlar (üniversitenin yabancı dil öğretimi ile ilgili birimi veya Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel kurumlar) tarafından yapılmalıdır. Sınav sonuçlarının değerlendirilmesinde, varsa, konusma düzeyini tespit eden sınav sonucunun toplam sınav sonucuna etkisi %25’den fazla olamaz.
Seçim sonuçları, Erasmus öğrenim faaliyetine basvuran bütün öğrencilerin, değerlendirmeye tabi tutulan bütün alanlarda aldıkları puanları içerecek sekilde bölümlerin ilan panolarında ve yükseköğretim kurumunun internet sayfasında yayınlanır.
Her eğitim kurumun program ile göndereceği öğrenci sayısı sınırlıdır. Öğrenci seçimleri sırasında bu sayı göz önünde bulundurularak, öğrencilerin genel not ortalamalarına göre seçim yapılır.
Başvuruda bulunan öğrencinin herhangi bir disiplin cezası alması veya alttan dersi olması gibi sebepler Erasmus Programı’ndan faydalanmasına engel değildir.
Öğrenci seçiminin Rektörlükçe ‘resmi görevlendirme’ ile görevlendirilmis, bir komisyon veya Erasmus Kurum Koordinatörünün koordinasyonunda bir ekip tarafından yapılması gerekir. Basvuruları değerlendiren kisilerin hiç birinin basvuru sahibiyle kisisel bağlantısı olmaması gerekir.
9-) ERASMUS PROGRAM HİBESİ NEDİR, NE KADARDIR?
Erasmus Programı’nın vereceği hibe, öğrencinin öğrenim göreceği süre içerisinde hayatını idame ettirebilmesi için yapılan bir katkıdır. Erasmus hibesi bir burs değildir. Verilen miktar, öğrencinin harcamalarını tam olarak karşılayıp karşılamayacağı gittiğiniz ülkenin hayat pahalılığına bağlı olup, ailesinden veya başka bir burs programından da maddi destek almasını gereketirebilir.
Öğrencilere verilecek olan Eramus hibe miktarı her sene Ulusal Ajans tarafından ülkelere göre belirlenir. Erasmus Programı’na dâhil olacağı ve hibe alacağı kesinleşen öğrenci, hak kazandığı hibenin %80’ini gitmeden önce alır. Geriye kalan %20’lik kısmı öğrenci öğrenimini tamamlayıp geri döndüğünde alır. Bunun için de yurtdışında öğrenim süresi ile ilgili bir rapor vermeli ve bu rapora süreyi teyit eden belgeler de ilave etmelidir. Aynı zamanda gittiği okulda aldığı toplam ders sayısının en az üçte ikisinden başarılı olması gerekmektedir. Bu iki kriteri sağladıktan sonra yapılacak olan bu ödemeyle birlikte, öğrenci elde etmesi gereken Erasmus hibesinin %100’ünü almış olacaktır.
Ülkeler yaşam standartları ve pahalılık endekslerine göre dört gruba ayrılır:
* I ) Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Polonya,Romanya, Türkiye
* II ) Slovenya, Slovak Cumhuriyeti, Çek Cumhuriyeti, Portekiz, Yunanistan, Malta, Güney Kıbrıs Rum Kesimi
* III ) Belçika, Almanya, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Avusturya, Finlandiya, İsveç
* IV ) Fransa, Danimarka, İrlanda, İngiltere (Birleşik Krallık)
Her bir gruptaki ülke için öğrencilere farklı miktarlarda hibe verilmektedir:
* I. grup için aylık 300 Euro
* II. grup için aylık 400 Euro
* III. grup için aylık 500 Euro
* IV. grup için aylık 600 Euro
10-) ERASMUS PROGRAMI DÖNÜŞÜ ÖĞRENCİLER NELERE DİKKAT ETMELİDİR?
Erasmus Programı ile giden öğrencilerin, eğitimlerini tamamlayıp Türkiye’ye geri dönmeden önce gittikleri eğitim kurumundan mutlaka “Katılım Sertifikası” belgesini ve “Transkript” belgesini almaları ve bu belgeleri dönünce Dış İlişkiler Ofisi’ne teslim etmeleri gerekir. Erasmus hibesinin dönüşte ödenen %20’lik kısmı “Katılım Sertifikası” üzerinde belirtilen tarihlere göre hesaplanır ve ödenir.
Karşı üniversiteden alınan “Transkript”, öğrencilerin orada aldıkları derslerin kendi eğitim kurumlarında sayılabilmesi için Erasmus Bölüm/Fakülte Koordinatörüne iletilir. Orada alınan notların kendi eğitim kurumunun kullandığı not sistemine çevirme işlemi fakülte tarafından yapılır. Daha sonra Fakülte Yönetim Kurulu Kararı ile bu belge ve notlar Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı’na gönderilir ve orada onaylanır.
Öğrenciler, yurtdışından döndükten sonra elektronik ortamda ellerine ulaşılacak olan, standart bir rapor formunu doldurmak zorundadır.
10 SORUDA TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ
1-) TÜRKİYE’NİN NEDEN BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇMESİ GEREKLİ?
Türkiye’de mevcut hükümet sistemi, 1982 özgün yapısında da sorunluydu, 2007 yılında yapılan anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine geçilince sorunlar daha da belirginleşti. İki başlı yürütme ciddi sorunlara sebebiyet veriyor. Ayrıca Türkiye’de koalisyon dönemlerinde de sistemin işleyişinde çok ciddi handikaplar görülüyor. Türkiye gibi ülkelerde kalıcı reformlar yapılması noktasında yürütmede istikrara ihtiyaç var.Bu politika ile sistemin hem siyasi hem de ekonomi olarak gelişmekte olan bir ülke için kararların çabuk alınması konusunda bir etken olarak belirtilir. Ve bu etkenleri daha da aktifleştirmek için bu sitemin yeni Türkiye’de bir temel oluşturması önemli bir rol oynar.
2-) TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE DÜNYADA BİLİNEN BAŞKANLIK SİSTEMİ ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?
Amerikan modeli başkanlık sisteminde yasama ile yürütme arasında bir kriz çıktığında, krizi çözmek için halkın hakemliğine başvurmak gibi bir yol öngörülmemiştir. Türk tipi başkanlık sisteminde parlamentoyla Başkan’ın eş zamanlı fesih yetkisiyle hem yasama hem yürütme seçimlerinin aynı anda yapılma yoluyla halkın hakemliğine başvurmak gibi bir yol öngörülmüştür. Türk tipi başkanlık sisteminde genelde halkın geleneklerini de kale aldığı için farklı kesin çizgilerin çıkmasını engeller. Bu da Amerikan modelinden farklı kıldıracak bir etkidir.
3-) TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİNDE GÜÇLER AYRILIĞI NASIL İŞLEYECEK?
Başkanlık sistemi, kuvvetler ayrılığının egemen olduğu bir sistemdir. Burada yargı her halükarda bağımsız ve tarafsızdır. Başkanlık sisteminde önemli olan yasama ile yürütme arasındaki etkileşimlerdir. Hatta şunu söylemek lazım, parlamenter rejim, başkanlık sistemine göre yasama ile yürütme noktasında, daha fazla bir etkileşimi öngörüyor. Türk tipi başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı yargı boyutuyla sorunlu değildir. Başkanın da yargıda atayacağı kişiler vardır. Parlamentonun da atayacağı kişiler vardır.
4-) TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ DEMOKRASİYE ENGEL MİDİR? BAŞKANA SINIRSIZ YETKİ VERİR Mİ?
Hem Türk tipi başkanlık sistemi başkana sınırsız yetki vermez. Demokrasiye de engel değildir. Bir kere demokrasiye engel değildir, çünkü yasama ve yürütme halkın oylarıyla göreve geliyor. Halka karşı sorumlu olan bir sistem, hatta tam tersi, şu andaki sistem demokrasiye engel. Cumhurbaşkanını halkın oyuyla seçiyor, ama Cumhurbaşkanı
güçlü yetkilerinden dolayı sorumsuz. Oysa halkın oyuyla gelen Başkan, halka karşı sorumludur. Başkan’ın bütün tasarruflarının yargısal denetimi vardır. Kararnamelerde dahi yargısal denetimi mevcuttur. “Başkan yürütmede tek kişi, o halde kral gibidir. Krallar da sorumsuzdur” benzetmesinden gidiliyor. Türk tipi başkanlık sisteminde hem anayasaya uygunluk denetimi için anayasa mahkemesi ön görülmüş de idarenin bütün tasarruflarının (başkanın tasarrufları da dahil olmak üzere) yargısal denetimi vardır.
5-) TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİNDE ÇİFT MECLİS Mİ DÜŞÜNÜLÜYOR, TEK MECLİS Mİ?
AK Parti’nin önerisinde tek meclis vardır. Amerika’da çift meclis federasyon olduğu için var. Federal devletlerde eyaletlerin ulusal parlamentoda temsili noktasındaki sorunları gidermek için, çift meclis bir zorunluluktur. AK Parti üniter devlet modeliyle birlikte başkanlık sistemi öneriyor, dolayısıyla AK Parti’nin önerisinde çift meclis sistemi yoktur.
6-) DENGE VE DENETLEME NASIL OLACAK?
Eğer bir tıkanma varsa, karşılıklı fesihle birbirlerinin seçimlerini yenileme durumu söz konusudur. Bunun dışında başkanın parlamentoya karşı kullanacağı koz, beğenmediği kanunları veto yetkisine sahip olmasıdır. Yasamanın da Başkan’a karşı kullanacağı koz, Başkan’ın bütçesini onaylama yetkisidir. Karşılıklı olarak birbirlerine muhtaç olmak durumundalar. Denge ve denetleme durumu ister istemez yaşanacaktır. ABD’de de durum bu şekildedir.
7-) DAR BÖLGE SEÇİM SİSTEMİ NE DEMEKTİR?NE KAZANIMI OLACAKTIR?
Her bir seçim çevresinden sadece tek bir milletvekilinin çıkartılacağı bir sistemdir. Türkiye 550 milletvekili çıkartıyorsa, 550 seçim bölgesine ayrılacaktır. Her bölgeden bir milletvekili çıkarmak için partiler yarışacaktır. Bunun kazanımı da; Türkiye’de şu anda parti disiplini ve merkezin ağırlığı olduğu için, mesela, Ankara birinci bölgeden bir partinin belli bir oy potansiyeli varsa, Ankara’nın tasvip etmediği bir adayın oradan seçilme ihtimali çok yüksektir. Fakat dar bölgede her parti bir milletvekili için çalışacak. Dolayısı ile o bölgede tanınan, tercih edilen bir aday gösterilmeli ki o bölgeden oy alabilsin. Bunun sağlayacağı fayda, artık partinin genel merkezinin istediği değil, halkın istediği, o bölgedeki seçmenin tanıdığı, bildiği kişiler aday yapılacaktır. Bu da partilerdeki disiplini kıracaktır.
😎 PARTİ DİSİPLİNİNİN KALKMASININ FAYDALARI NELERDİR?
Demokrasimizin ve hükümet sisteminin işlemesine faydası olacaktır. Hükümet sistemine yönelik faydası, bu durumda artık o bölgede tanınan, bilinen “a” partisinden seçilen kişi, belki de “b” partisinin veya başkanın önerilen bir politikasını, kendi partisi istememesine rağmen onaylayacaktır. Şu anda milletvekilleri parti disiplini olduğu için, vicdanıyla çelişse bile hiçbir sorgulama yapmadan oy kullanıyorlar.
9-) TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİYLE FEDERALİZME GEÇİŞ ÖNGÖRÜLÜYOR MU?
Türkiye gibi geçmişten gelen çok uluslu bir yapıya sahip olması ve bunun yanında üniter bir devlet anlayışını sürdürmesi ve gündem içinde hep dolaşan Kürt sorununun siyaset mekanizmasına göre bunun Türkiye yapısını olumsuz etkileyebileceği kanaatine varmaları fedaralizmi mümkün kılmamaktadır. Ayrıca Türkiye’deki kurumların fedaralizme geçiş konusunda uygun olmaması ve böyle bir düşüncenin Türkiye’deki sistem ile uygun kılmamaktadır.
10-) YERİNDEN YÖNETİMİN GÜÇLENDİRİLMESİ SÖYLEMİNDEN NE ANLAMALIYIZ?
Türkiye’nin temel sorunlarından birisi hükümet sorunu olduğu gibi, bir diğeri de demokrasi ve yerinden yönetim sorunudur. Ama bu yerinden yönetim, siyasi yerinden yönetim değil, idari yerinden yönetim olmalıdır. Belediyeler olabilir, köyler, il özel idaresi, üniversiteler olabilir, idari açıdan hepsini kastediyorum. Yani mahalli idareler veya idari özerkliğe sahip kuruluşlara daha fazla görev ve yetkiler vererek bunu yapmak lazım. Çünkü halk çok değişik kanallardan daha fazla karar alma sürecine katılmalıdır.
10 SORUDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI
1-) TÜRKİYE NEDEN AB’YE ÜYE OLMAK İSTER?
Türkiye’nin AB’ne üyeliği ülkemiz için stratejik bir seçimdir ve Avrupa ülkeleri ile asırlardır devam eden kapsamlı ilişkilerimizin doğal bir sonucu olacaktır. AB ile ortak bir kaderi paylaşmaktayız. AB’nin üzerine inşa edildiği, demokrasi, insan haklarına saygı, temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi değerler ve normlara önem vermekte ve bunları savunmaktayız.
Türkiye, Avrupa ailesinin bir parçasıdır. Ülkemiz, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana, çoğunluğunda kurucu üye olmak üzere, Avrupa kuruluşlarının hemen hemen tümünde yer almış; Avrupa Konseyi, OECD, NATO ve AGİT gibi uluslararası örgütlerde oynadığı yapıcı rol sayesinde günümüz Avrupasının şekillenmesine önemli katkılar sağlamıştır.
AB ile dış politika konularını da içeren hemen her konuda kapsamlı bir işbirliği yapmaktayız. AB’nin güvenlik ve savunma politikasına önemli katkılarımız bulunmaktadır. AB, 1996’dan bu yana Gümrük Birliği’nin bir parçası olan Türkiye’nin en önemli ticaret ortağıdır.
AB üyeliği, Türkiye’de her alanda yaşanan dönüşüm sürecinin doğal bir sonucu olacaktır. Özellikle demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında devam eden reform çalışmaları, AB’ne katılım doğrultusundaki çabalarımızın önemli bir boyutunu teşkil etmekte ve AB’nin küresel ölçekte oynadığı role katkı yapma isteğimizi ortaya koymaktadır.
2-) KATILIMININ TÜRKİYE VE AB’NE NE KATKILARI OLACAK?
AB’nin genişleme politikası, kıtamızda en başarılı bütünleşme projesi olarak nitelendirilmektedir. 28 üyeden oluşan ve 500 milyona yaklaşan nüfusuyla Avrupa Birliği, kıtamızda siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği ve kalkınma açısından çok boyutlu ve güçlü bir uluslararası yapıya dönüşmüştür.
AB’nin gıda güvenliğinden dış güvenlik ve savunma konularına kadar çok geniş bir yelpazede standartları yükseltmeyi amaçlayan kapsamlı bir müktesebatı bulunmaktadır. Bu müktesebata uyum hedefi doğrultusunda devam eden reform çalışmaları, halkımıza günlük hayatlarının her alanında en yüksek norm ve standartları sağlayacaktır.
Öte yandan, önemli jeo-stratejik konuma sahip demokratik ve çağdaş bir Türkiye’nin AB’ye katılımı ülkemize olduğu kadar AB’ye de büyük faydalar sağlayacaktır. Dinamik ekonomimiz ve genç nüfusumuz sayesinde, Türkiye’yi içine alarak genişlemiş bir Birlik, küreselleşmenin sınamalarına daha iyi cevap verebilir hale gelecektir. Pro-aktif ve çok boyutlu dış politikası ve bölgedeki ülkeler ile güçlü bağları sayesinde Türkiye AB’nin dış politikasının itibarına ve etkinliğine katkıda bulunabilecektir. Türkiye, coğrafi konumu itibariyle ayrıca, petrol ve doğalgazın Avrupa pazarlarına ulaşım yollarının genişletilmesine ve çeşitlendirilmesine yardımcı olabilecektir. Türkiye, AB ile aynı evrensel değerleri paylaştığı cihetle, Birliğin kültürler arasında çeşitlilik ve diyalog algısına da katkıda bulunabilecektir.
Ayrıca, bölgesinde bir istikrar unsuru olan Türkiye’nin AB üyeliği, bölgesel ve küresel barış ve istikrara olduğu kadar evrensel değerlerin geniş bir coğrafyaya yayılmasına da katkıda bulunacaktır.
3-) MÜZAKERE SÜRECİNDE MEVCUT DURUM NEDİR?
29 Kasım 2015 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Türkiye-AB Zirvesi sonrasında yakalanan ivmenin etkisiyle müzakere süreci durağan seyrinden çıkmıştır.
2005 yılında başlayan ve son döneme kadar 14 faslın açıldığı müzakere sürecinde 14 Aralık 2015’te “Ekonomik ve Parasal Politika-17” faslı ile açılan toplam fasıl sayısı 15’e yükselmiştir.
Önümüzdeki dönem içerisinde, 23-Yargı ve Temel Haklar ile 24-Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları olmak üzere 15-Enerji, 26-Eğitim ve Kültür, 31-Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası fasıllarının açılmasına öncelik verilmektedir. Nitekim Zirve sonrasında da AB Komisyonu, sözkonusu fasılların açılış hazırlık çalışmalarının 2016’nın ilk çeyreği içinde tamamlanmasına dair taahhütte bulunmuştur.
Gelinen aşamada, tekrar canlandırılması bağlamında önemli adımlar atılmakta olduğu söylenebilecektir. Hükümetimizin AB’ye yönelik politikaları daima uzun vadeli çıkarları çerçevesinde şekillendirilmiştir.
AB’nin de, yasadışı göç başta olmak üzere özellikle son dönemde karşı karşıya olduğu sınamalarda ülkemizle işbirliği yapmasının ne denli önemli olduğunun idrakinde olduğu görülmektedir.
4-) TÜRKİYE AB’YE OLAN İLGİSİNİ KAYBETTİ Mİ?TÜRK HALKI HALEN AB’YE ÜYE OLMAYI İSTEMEKTE MİDİR?
Türkiye’nin AB ile 50 yılı aşan bir ilişkisi bulunmaktadır. AB üyeliği ülkemiz için stratejik bir hedeftir.
Ortak değerler temelinde diğer Avrupa halklarıyla müreffeh bir geleceği paylaşma arzusunda olan halkımız, AB üyelik sürecini desteklemektedir. Kamuoyumuzun desteği reform çabalarımızın arkasındaki asıl itici gücü oluşturmaktadır. Ancak, müzakere sürecimizde karşımıza çıkarılan siyasi engellerin yanı sıra bazı Avrupalı devlet adamlarının olumsuz tutum ve açıklamalarının ülkemizin AB’ne katılımına ilişkin olarak halkımızın inancı üzerinde olumsuz yansımaları olmaktadır.
Halkımız katılım öncesi sürecin faydalarının farkındadır. AB, siyasi reformları desteklemeye, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını güçlendirmeye, altyapıyı geliştirmeye, çevrenin korunmasına katkı sağlamaya ve eğitim programları ve burslar yoluyla eğitim kalitesini artırmaya yönelik çeşitli projelere finansal destek sağlamaktadır. Katılım süreci, vatandaşlarımızın ve ülkemizin refahını artırmaya hizmet eden reformların sürdürülmesine yardımcı olmaktadır.
29 Kasım 2015 Türkiye-AB Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde vatandaşlarımız için AB ülkelerinde vize serbestisini teminen Vize Serbestisi Yol Haritası sürecinin Ekim/Kasım 2016’da tamamlanacağına da yer verilmiştir. Vatandaşlarımızın Avrupa ülkelerine vizesiz seyahat edebilmeleri Türk halkının AB’ye üyelik sürecine desteğini daha da artıracaktır.
Bazı üye devletlerin muhalefetine karşın, AB ülkelerinin çoğunluğu Türkiye’nin AB’ne katılımını genelde desteklemektedir.
5-) AB İLE GÜMRÜK BİRLİĞİ EKONOMİMİZİ NE YÖNDE ETKİLEMİŞTİR? GÜMRÜK BİRLİĞİNİN İŞLEYİŞİNDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR NELERDİR?
Türkiye, 1996 yılında tesis edilen ve sanayi malları ile işlenmiş tarım ürünlerini kapsayan Gümrük Birliği sayesinde AB ile ticari açıdan bütünleşmiş ve kendi iç pazarını uluslararası normlarla uyumlaştırmıştır.
Gümrük Birliği, AB ile ticaretimizin önemli ölçüde artmasını, Türk üreticilerinin gelir düzeyi yüksek ve geniş bir piyasaya erişimini sağlamış ve sanayimizin rekabet gücünün gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu olumlu unsurlara karşın, ülkemizin özellikle AB’nin dış ticaretiyle ilgili karar alma mekanizmasında yer almamasından kaynaklanan bazı sorunlarla da karşılaşılmaktadır.
Ülkemizin AB ile olan Gümrük Birliği çerçevesinde AB’nin ortak ticaret politikalarıyla uyum yükümlülüğü bulunmaktadır. Zira, ülkemiz AB’nin üçüncü ülkelerle akdettiği Serbest Ticaret Anlaşmalarından (STA) doğrudan etkilenmektedir. AB ile STA imzalamış olan veya bu yönde görüşmeleri sürdüren bazı ülke veya bölgesel örgütlerin ülkemizle paralel bir süreci başlatmadaki isteksizlikleri ise bir başka sorunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede özellikle, ABD-AB Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması sürecini yakından takip ediyor ve ülkemizin bu sürece dahil edilmesi için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
AB ile bütünleşmemizde önemli bir aşamayı teşkil eden Gümrük Birliği’nin, dünya ekonomisinde ve AB’nin ticaret politikasında meydana gelen değişiklikler ışığında güncellenmesine ilişkin temel hususlar üzerinde AB Komisyonu ile 2015 yılında mutabakat sağlanmıştır. Gümrük Birliği’nin güncellenmesine dair resmi müzakerelerin ise 2016 yılı sonunda başlaması beklenmektedir.
6-) TÜRKİYE AB İLE ABD ARASINDA İMZALANMASI DÜŞÜNÜLENTRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞIANLAŞMASINDAN NASIL ETKİLENECEKTİR?
Özellikle, ABD-AB arasında müzakerelerine 8 Temmuz 2013 tarihinde başlanan geniş kapsamlı bir Serbest Ticaret Anlaşması niteliğindeki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşmasının (TTYO) küresel ticaretin işleyişini ciddi biçimde etkilemesi, kural koyucu nitelik taşıması öngörülmektedir.
TTYO müzakereleri, dünya milli gelirinin yaklaşık % 50’sini üreten AB ve ABD’nin dünya ticaretinden daha fazla pay alan Asya-Pasifik karşısında rekabet güçlerinin artırılması ve teknik ve yasal standartlarda yapılacak uyumlaştırma suretiyle ABD ile AB arasındaki ticaret ve yatırım ilişkilerinin güçlendirilmesi ihtiyacından doğmuştur.
TTYO Anlaşmasının yürürlüğe girmesinin Türkiye’nin dış ticareti üzerinde olumsuz etkisi olması kaçınılmazdır. Bu olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için Türkiye’nin TTYO’ya paralel olarak ABD ile ayrı bir STA imzalaması veya ABD ile AB arasındaki TTYO müzakerelerine katılımı gibi alternatif seçenekler üzerinde durulmaktadır.
7-) AB’NİN ÜLKEMİZDE GEÇİCİ OLARAK KORUMA ALTINDA BULUNAN SURİYELİ MÜLTECİLERE3 MİLYAR EURO TUTARINDAKİ FİNANSMANDESTEĞİNİN NASIL KULLANILMASI ÖNGÖRÜLMEKTEDİR?
Göç krizi ve yasadışı göç ile mücadele son dönemde AB ile ortak gündemimizin en önemli konu başlıklarından biridir. Bu çerçevede, 29 Kasım 2015 tarihinde Brüksel’de düzenlenen Türkiye-AB Zirvesi’nde kabul edilerek uygulamaya konulan Ortak Göç Eylem Planı kapsamında ülkemizde geçici koruma altında bulunan Suriyeliler konusunda karşılıklı yük ve sorumluluk paylaşımı ilkesine uygun olarak hareket edilmesi öngörülmektedir.
Bu anlayış doğrultusunda AB’nin taahhüt ettiği 3 milyar Avro tutarındaki finansman desteği için Komisyon tarafından “Türkiye İçin Sığınmacı Mali İmkanı (Refugee Facility For Turkey)” oluşturulmuş olup, bu konuda 3 Şubat 2016 tarihinde üye ülkeler tarafından mutabakata varılmıştır. Bunun Yönlendirme Komitesi toplantılarına AB üyesi ülkelerin yanısıra ülkemiz de katılmaktadır.
Gelinen aşamada, AB’nin mali desteğine temel oluşturacak “ihtiyaç analizi” çalışmasının ivedilikle tamamlanmasını müteakip sözkonusu meblağın, hatta mümkünse bir kısmının daha da erken bir safhada, ülkemize proje bazında aktarılarak Suriyelilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılması öngörülmektedir. Mali desteğin ülkemizin talepleri doğrultusunda ve zamanlıca aktarılması önem arzetmektedir.
😎 DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI TÜRK VATANDAŞLARININ AVRUPA BİRLİĞİNE (AB) VİZESİZ SEYAHAT EDEBİLMESİ İÇİN NE YAPMAKTADIR?
Dışişleri Bakanlığı konuyu gerek AB Komisyonu gerek AB üyesi ülkelerin nezdinde çok taraflı ve ikili platformlarda aktif bir şekilde dile getirmektedir.
Topluluk ile Türkiye arasındaki Ek Protokol’den kaynaklanan kazanılmış haklarının yanısıra 1996 yılından beri AB ile Gümrük Birliği Anlaşması olan müzakereci aday ülke olarak Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vizesiz seyahat etmesi gerekmektedir.
Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vizesiz seyahat etmesine yönelik AB kriterlerinin karşılanması bağlamında Türkiye bazı adımlar atmıştır: 1) biyometrik pasaport, 2) ICAO standartlarında vize etiketi, 3) Geri Kabul Anlaşması’nda ilerleme, 4) havalimanı transit vize uygulaması.
Biyometrik pasaportlar 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren kullanılmaktadır.
AB ile Vize Serbestisi Diyaloğu 16 Aralık 2013 tarihinde başlatılmıştır. AB ile Geri Kabul Anlaşması da aynı gün imzalanmış olup, 1 Ekim 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Vize serbestisinin gerçekleştirilmesine yönelik çabalarımız devam etmektedir.
9-) ABD İLE İLİŞKİLERİMİZİNTÜRK DIŞ POLİTİKASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ NEDİR?
ABD ile ilişkilerimiz, Türk Dış Politikasının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır.
Gücünü sağlam ittifak ve dostluk bağlarından alan Türk-Amerikan ilişkileri, karşılıklı saygı ve müşterek yarar çerçevesinde, gerek ikili gerek BM, NATO ve G-20 gibi uluslararası platformlarda, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler temelinde gelişerek Model Ortaklık düzeyine yükselmiştir.
Balkanlardan Kafkaslara, Avrupa’dan Orta Doğu’ya ve Afrika’ya uzanan çok geniş ve zorlu bir coğrafyada, terörizmle mücadele, enerji arz güvenliği, nükleer yayılmanın önlenmesi ve küresel ekonomik gelişmeler gibi kritik önem taşıyan konuları kapsayan Türk-Amerikan ortaklığı, iki ülkenin sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlükler sayesinde somut sonuçlar doğurabilmektedir.
Dünyanın farklı bölgelerinde bulunan iki demokratik ülke olarak Türkiye ile ABD bazı konularda farklı yaklaşımlara sahip olabilmektedir. Bu durum bu denli kapsamlı ve çok boyutlu bir ilişkide sağlıklıdır ve doğal karşılanmalıdır. Her halükarda, iki ülke görüş ayrılıklarını gidermek için birbirlerinin hassasiyetlerini dikkate alan çözümler üretebilme tecrübesine sahiptir. Son yıllarda Türkiye’nin yakın çevresinde yaşanmakta olan gelişmeler ve ortaya çıkan yeni tehditler, Türkiye ile ABD arasında yakın istişare ve işbirliğini daha da önemli kılmıştır.
ABD ile ilişkilerimizin ekonomik, ticari ve yatırım boyutlarının siyasi, askeri ve güvenlik ilişkilerimize uygun bir düzeye getirilmesine yönelik çabalara ivme kazandırılması diğer bir önemli önceliğimizdir.
10-) TÜRKİYENİN BALKAN POLİTİKASININ ANA EKSENLERİ VE TEMEL POLİTİKALARI NELERDİR? ÜÇLÜ SÜREÇLERİN BALKANLARIN İSTİKRARINASOMUT KATKILARI OLMUŞ MUDUR?
Kendisi de bir Balkan ülkesi olan Türkiye bölgede barış, istikrar ve refaha büyük önem vermektedir.
Balkanlar ile tarihi, kültürel ve insani bağlarımız bulunmakta, bölge, Batıya açılan fiziki kapımızı oluşturmaktadır.
“Bölgesel sahiplenme” ve “kapsayıcılık” ilkeleri gözetilerek şekillendirilen Balkan politikamızın dört ana eksenini;
-üst düzeyli siyasi diyalog,
-herkes için güvenlik,
-azami ekonomik entegrasyon,
-çok etnikli, çok kültürlü, çok dinli toplum yapısının muhafazası teşkil etmektedir.
Zaman içinde kaydedilen tüm olumlu gelişmelere karşın, Balkanlar halen Avrupa’nın kırılgan bölgesidir. Esasen bölge, Avrupa’da kalıcı barış ve istikrarın tesisi açısından belirleyici niteliktedir. Türkiye, Balkanların, bir istikrar ve refah alanı olacak şekilde desteklenmesi ve bölgenin çok kültürlü yapısının bir model olarak ön plana çıkarılması gerektiğini savunmaktadır. Ülkemiz ayrıca, tüm Balkan ülkelerinin AB ve NATO ile bütünleşme çabalarını desteklemektedir.
Diğer taraftan, Türkiye-Bosna Hersek (BH)-Sırbistan ve Türkiye-BH-Hırvatistan üçlü danışma mekanizmaları bölgemizde istikrara önemli katkılar sağlayagelmiştir.
Türkiye ile Bosna Hersek ve Sırbistan ilişkilerinin önemli bir boyutunu ülkemizin inisiyatifi ile 2009 yılında ihdas olunan Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan Üçlü Danışma mekanizması oluşturmaktadır. Danışma mekanizması çerçevesinde, üç ülkenin Dışişleri Bakanları, sonuncusu BM 70. Genel Kurulu marjında 29 Eylül 2015 tarihinde New York’ta Sayın Bakanımız, Bosna-Hersek (B-H) Dışişleri Bakanı Igor Crnadak ve Sırbistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı İvica Daçiç’in katılımıyla olmak üzere, bugüne kadar 10 defa biraraya gelmişlerdir.
Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan üçlü danışma mekanizması, 24 Nisan 2010 tarihinde İstanbul’da Sayın Cumhurbaşkanımızın ev sahipliğinde düzenlenen Zirve toplantısıyla Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyine taşınmış; toplantı sonunda yayınlanan İstanbul Bildirisi’yle kurumsallaşması kararlaştırılmıştır.
Sürecin ikinci Zirve toplantısı 26 Nisan 2011 tarihinde Sırbistan’ın Karadjordjevo kentinde düzenlenmiştir. Bosna Hersek’in Sırbistan’a Büyükelçi ataması, Sırbistan Parlamentosu’nda Srebrenica soykırımı hakkında kınama ve özür kararı çıkartılması, dönemin Sırbistan Cumhurbaşkanı Tadiç’in Sayın Başbakanımızla birlikte Srebrenica’yı ziyaretleri Zirvelerin yarattığı olumlu atmosferle mümkün olmuştur.
Zirve’nin üçüncüsü 14-15 Mayıs 2013 tarihlerinde Ankara’da düzenlenmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin o dönemdeki Başkanı Nebojsa Radmanoviç, o dönemdeki Konsey Üyeleri Zeljko Komsiç ve Bakir İzetbegoviç ile Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç’in katılımıyla “Geleceği Birlikte İnşa Etmek” teması altında düzenlenen Üçlü Zirve’de, Nisan 2010’da İstanbul’da başlatılan Üçlü Zirveler sürecinin daha kapsamlı ve ileri bir noktaya eriştiği liderler tarafından belirtilmiştir. Zirve’de bu sürecin artık kriz çözme ve tarafları buluşturma aşamasından, pozitif bir gündem temelinde ortak projeler üretme safhasına geçtiği, üç ülke arasındaki diyalog ve eşgüdümü daha da güçlendirdiği ve bölgesel istikrar ile işbirliğine katkıda bulunduğu kaydedilmiştir.
Zirve sonunda kabul edilen “Ankara Zirve Bildirisi”nde istikrarlı, barış içinde ve müreffeh bir Balkanlar’ın yaratılması yönündeki temel hedef vurgulanmış; Avrupa yapıları içinde bütünleşme alanlarında son on yılda Balkanlar’da kaydedilen ilerlemeler memnuniyetle karşılanarak, Türkiye, Bosna-Hersek ve Sırbistan’ın AB ile bütünleşmelerinin karşılıklı olarak teşvik edilip desteklenmesi ve tarafların katılım sürecindeki deneyimlerini birbirleriyle paylaşmaları taahhüt edilmiş; ayrıca önceki Üçlü Zirvelerde mutabık kalındığı üzere ekonomi, kültür, eğitim, bilim, enerji, altyapı, ulaştırma, spor ve turizm alanlarındaki işbirliğinin geliştirilmesi hususlarında üçlü danışma sürecinin işlevsel bir kurumsal çerçeve olarak taşıdığı öneme vurgu yapılmıştır.
Bu doğrultuda, Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan Üçlü Danışma Mekanizmasının ekonomik ayağı da 2013 yılında tesis edilmiştir. Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan Üçlü Ticaret Komitesi, 2015 yılı içinde, sırasıyla 17-18 Ağustos tarihlerinde Ankara’da ve 19 Ekim’de Belgrad’da olmak üzere iki kez toplanmıştır.
Dönemin Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekci’nin eşbaşkanlığında 19 Ekim 2015 tarihinde düzenlenen Üçlü Ticaret Komitesi toplantısı vesilesiyle Türkiye-Sırbistan-Bosna Hersek arasında 2016-2018 dönemi için “Orta Vadeli Program ve Eylem Planı” imzalanmıştır. Müteakiben, 20 Ekim 2015 günü, Saraybosna’da “Türkiye-Sırbistan-Bosna Hersek Üçlü İş Forumu” düzenlenmiştir.
Orta Vadeli Program çerçevesinde İstanbul’da kurulması kararlaştırılan ve masrafları Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından üstlenilen Sırbistan-Bosna Hersek Ortak Ticaret Ofisi’nin açılışının önümüzdeki dönemde gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.
Sayın Bakanlar ayrıca, önümüzdeki dönemde üçlü işbirliği mekanizmalarının devamı niteliğinde, İstanbul’da bir iş-yatırım forumu ile Belgrad’da bir turizm forumunun düzenlenmesini öngördüklerini belirtmişlerdir.
Bosna Hersek’in barış ve istikrarını desteklemek, bu ülkenin kurucu unsurları arasında yer alan ve Bosna Hersek Federasyonu çatısı altında birlikte yaşayan Boşnak ve Hırvat halkları arasındaki ilişkilere katkıda bulunmak amacıyla, yukarıda sözü edilen üçlü sürece paralel olarak Türkiye, Bosna Hersek ve Hırvatistan Dışişleri Bakanlıkları arasında da üçlü bir danışma mekanizması tesis edilmiştir.
Üç ülkenin Dışişleri Bakanları başkanlıklarındaki heyetler bu çerçevede 2010 yılı boyunca dört kez biraraya gelmişlerdir. İlk etapta üzerinde mutabık kalınan projeleri, Mostar Belediye Binası’nın ve Müzik Okulu’nun restorasyonu ile Türk ve Hırvat tur operatörlerinin düzenledikleri gezilerde misafirlerini Mostar’da bir gece konaklatmalarının sağlanması teşkil etmiştir. 5C Koridoru ve Mostar Havaalanı’nın yeniden kullanıma açılması da üzerinde durulan diğer projeler olmuştur.
Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan Üçlü Danışma Mekanizması, BM 70. Genel Kurulu marjında 29 Eylül 2015 tarihinde New York’ta Sayın Dışişleri Bakanımız ile Bosna Hersek (BH) Dışişleri Bakanı Igor Crnadak ve dönemin Hırvatistan Başbakan Yardımcısı ve Dış ve Avrupa İşleri Bakanı Vesna Pusiç’in katılımlarıyla Bakanlar düzeyindeki beşinci toplantısını gerçekleştirmiştir. Toplantıda, mekanizmayı canlandırmak yönündeki irade bütün taraflarca teyit edilmiştir.