Sayfa : [ 1 ] – [ 2 ] – [ 3 ] – [ 4 ] – [ 5 ] – [ 6 ] – [ 7 ] – [ 8 ] – [ 9 ] – [ 10 ] – [ 11 ] – [ 12 ]
10 SORUDA HZ. MUHAMMED (S.A.V)
1-) HZ.MUHAMMED’İN HAYATI?
Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed(s),20 Nisan 571 yılında Mekke’de doğdu.Annesinin adı Amine,babasının adı ise Abdullah’tır.
Peygamberimizin babası Abdullah,O daha doğmadan önce ölmüştü.Ana Muhammed ismini dedesi Abdulmuttalip vermişti. O’nun dört tane ismi vardır:
1 – Muhammed
2 – Ahmet
3 – Mustafa
4 – Mahmut
Doğduktan bir süre sonra Mekkedeki geleneklerden dolayı bir süre için süt aneye verild.Süt annesi Halime O’na 4 yaşına gelinceye kadar baktı.Böylece daha iyi bir havada yetişti.
4 yaşından sonra annesi Amine Onu yanına geri aldı.6 yaşına geldiğinde ise annesi Amine de öldü
6 yaşından sonra kendisine dedesi Abdulmuttalip bakmaya başladı
8 yaşına geldiğinde dedesi de vefat edince amcası Ebu Talip’in yanında kalmaya başladı.Amcası O’na hem çocukluğunda ve gençliğinde baktı hem de Peygamber olduktan sonra Mekkelilerin Ona karşı yaptığı saldırıların çoğunu engelledi. Aynı zamanda Mekkeliler kendisine zarar vermek isteseler bile, Ebu Talip’ten çekindikleri için ,bu planlarını terk etmek zorunda kaldılar. Peygamberimiz de O’nun bu iyiliğini hiçbir zaman unutmamıştır. Peygamberimize Mekkelilerin yaptığı kötülüklerin hemen hemen hepsi Ebu Talip öldükten sonra olmuştur. Ebu Talip ticaretle uğraşan birisidir.
Peygamberimiz 12 yaşında iken Onunla beraber Suriye’ye doğru ticaret mallarını satmak için yola çıkmışlarken, yolda Busra denilen bir yerde mola verdiler. Bir papaz olan Bahira, orada, ondaki değişik durumların olduğunu fark etti. O’nun daha önce Hz. İsa’nın İncil’de de bildirdiği gönderilecek olan son peygamberin olduğunu anladı. Amcasından O’nu daha fazla ileriye götürmemesini, aksi halde Yahudilerin kendisini öldürebileceğini söyledi. Çünkü Yahudiler de son bir peygamberin geleceğini biliyorlardı. Fakat onlar bu son peygamberin kendi içlerinden birisinin olmasını istiyorlardı.
Bunun üzerine Ebu Talip ,ticaret mallarını orada satarak, Mekke’ye hemen geri döndü. 25 yaşına geldiğinde artık ticaretten de anlayan bir delikanlı olmuştu. Bu zamanlarda40 yaşına ulaşmış, ahlak ve terbiye konusunda son derece ileri durumda olan Hatice isminde zengin ve dul bir hanımefendi vardı. Bu hanım çok zengindi. Fakat kendisi kadın olduğu için ticaret mallarını satmak için uzak yerlere gidemiyordu. O da,başka erkeklerle ticaret ortaklığı kurup, elde edilen karı paylaşıyordu. Zaten ahlakı bozuk olan bu toplumda, sürekli aldatılıyor ortakları elde ettikleri gerçek karı,açıklamıyorlar.Bu işten iyice canı yanan Hz.Hatice bu sefer gerçekten kendisine güvenebileceği bir ortak aramaya başladı.Kendisine 25 yaşındaki O genci, Hz.Muhammed’i tavsiye ettiler.
Hz.Muhammed’le yaptığı ortaklıktan iyi bir gelir elde etti.Aradığı ortağını bulmuştu.Hem de ne ortak.O ilk başta ticarette kazanayım derken Allah onlara öyle bir kader çizmişti ki ,bu ticaretin sonunda,birbirlerine ne kadar da yakıştıklarını anlayıp,hayatlarını da ortak ettiler.Evlenmeye karar verdiler.Sade bir törenle evlendiler.Bu ticaret ortaklığı öyle bir ortaklık olmuştu ki,sonunda birbirlerinin hayatlarına,dertlerine,tasalarına,sevinçlerine kadar herşeyleriyle ortak olmuşlardı.
Peygamberimizin Hz Hatice ile olan evliliklerindei Altı çocukları dünyaya geldi:
1 –Abdullah,
2 – Zeynep,
3 – Rukiye
4 – Ümmü Gülsüm
5 –Kasım
6 – Fatıma
Bunlardan Hz.Fatıma hariç bütün çocukları Peygamberimizden önce vefat etmişlerdir.
Hz.Hatice,aynı zamanda İslam’a giren ilk insan olmuş,asalet,dürüstlük,üstün ahlak ve fedakarlığı ile Haticetül-Kübra (Büyük Hatice)lakabını da almıştır.
35 yaşına geldiğinde ise Kabe hakemliği yapmış,buradaki hakemliğiyle bütün Mekkelilerin saygısını kazanmıştır.
Olay şudur:
Araplar tarafından da kutsal sayılan Kabe,şiddetli sel ile yıkılmştı.Bunun üzerine Mekkeliler bir araya gelerek O’nu yeniden inşa etttiler.Fakat bugün bizim için de kutsal olan Hacerül-Esved(Türkçe’mizde Karataş anlamına gelir.Cennetten geldiğine inanılır.)denen taşı eski yerine koymaya sıra gelince,herkes bu işi kendisi yapmak,bu şerefi kendisi elde etmek istedi.İş öyle cidileşti ki, aralarında sonu savaşa kadar gidebilecek tartışmalar başladı.Bunun üzerine tarafsız bir hakem bulmaya karar verdiler.:Sabahleyin Kabe sınırlarına ilk kim gelirse O hakem olacak ve O’nun vereceği karara herkes uyacaktı.Sabah olunca öyle güzel bir olay olur ki;içeriye ilk gelen Hz.Muhammed’dir.O’nun gelişi herkese derin bir nefes aldırdı.Çünkü haksızlık yapmayacak,harkesin güvendiği bir insandı O.Peygamberimiz elbisesini çıkardı.Hacerül –Esved’i üzerine koydurdu.Ve her kabileden birer kişinin taşı kaldırmasını istedi.Taş yeterli yüksekliğe çıkınca da kendi elleriyle yerine yerleştirdi.Herkes bu olaydan memnun olmuştu.Nasıl memnun olmasınlar ki,hem taşı yerine koyma işine herkes katılmış hem de en önemlisi çıkabilecek bir savaş engellenmişti.Bu olaydan sonra Peygamberimize Muhammedül-Emin (Güvenilir Muhammed)lakabı takılmıştır.
Hz.İsa’dan beri yaklaşık 600 yıldan beri peygamber gelmemişti.İnsanlık bir Peygambere,bir rehbere muhtaçtı. İlahi kitaplar değiştirilmiş,ahlak ve manevi değer diye bir şey kalmamıştı.Bütün çirkin işler son derece yaygınlaşmıştı.Hatta insanlar köle olarak satılmaya,kız çocuklar canlı canlı toprağa gömülmeye başlanmıştı.
Peygamberimiz bütün bu çirkin işlerden uzak duruyordu.Özellikle 35 yaşlarından sonra sık sık Mekke’nin dışına çıkıyor,Hira Mağarasında yalnızlığa çekiliyordu.
40 yaşlarında yine böyle bir durumda (610 yılında)Cebrail (as) O’na görünüp kendisinden ‘’Okumasını istedi.O da okuma bilmeği cevabını verdi.Bu durum birkaç kez tekrarlanınca,’’Ne okuyayım’’diye sordu.Cebrail (as) da (Yaratan Rabbinin adıyla oku………diye başlayan )ALAK suresinin ilk beş ayetini kendisne bildirdi.Bu olayla Peygamberimizin Peygamberlik görevi başlamış oldu.
Bu vahyin sonunda O’na ilk inanan insanlar şunlardır:
1 –İlk müşlüman Kadın :Hz.Hatice ( Hanımı)
2 – ilk müslüman Erkek :Hz.Ebubekir (Çok samimi arkadaşı)
3 – İlk müslüman Köle :Hz.Zeyd (Köle olarak alıp,sonra Onu serbest bıraktığı kimse.
4 – İlk müslüman Çocuk :Hz.Ali (Amcası Ebu Talip’in oğlu.)
Peygamberimiz insanları 3 yıl boyuca İslam’a gizlice davet etti.Bundan sonra açıktan açığa davet etmeye başladı.Bu durum doğru yola ulaşmak istemeyen Müslümanlara karşı olmadık işkenceler yapmaya başladılar. Bu işkenceler dayanılmaz hal almaya başladı.Bunun üzerine Peygamberimiz bir grup müslümanı Habeşistan’a gönderdi.Bu; Müslümanların İLK HİCRET’İ oldu.Bu ilk hicret 615 yılında olmuştur.
Peygamberimiz 13 yıl boyunca Mekkelileri İslam’a çağırdı.Bu uğurda her türlü sıkıntıya katlandı.
Peygamberliğinin 11.yılında Medine’den gelen bir grup insan Müslüman olmuşlardı.Ertesi sene daha büyük bir grup gelerek Müslüman oldular. Peygamberimizi canları,malları ve evlatları gibi koruyacaklarına söz verdiler.Kendisini Medine’ye davet ettiler.
Bu arada Mekkelilerin Müslümanlara karşı olan tutumları hiç değişmemiş,hatta daha da artmıştı.Bunun üzerine peygamberimiz Allah’tan gelen izinle Medine’ye hicret etmeye karar verdi.Medine’ye gitmesi halinde bunun kendileri için daha da büyük bir tehlike olacağını anlayan Mekkeliler,Darun-Nedve(Mekke İdare Meclisinde) toplanarak Peygamberimizi öldürmeye karar verdiler.Fakat bunu gerçekleştiremediler.Hz.Ebubekir ile uzun ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Medine’ye vardılar.Bu hicret İslam tarihi bakımından çok önemlidir.Çünkü:
1 – İslam Medine’de yükselip büyümüş ve bütün dünyaya bu şehirden yayılmıştır.
2 – Hz.Ömer’in halifeliğinden itibaren de bu olay müslümanlar tarih başlangıcı
2-) HZ MUHAMMED’İN KATILDIĞI SAVAŞLAR HANGİLERİDİR?
1 – BEDİR SAVAŞI : (MART 624 – Hicretin 2.yılı )
Müslümanlar :305 kişi
Mekkeliler : 1000 kişi
Savaşın Sebebi Mekkelilerin;ellerinden kaçırdıkları Müslümanlardan intikam almak,ve onları yok etmek istemeleri.
Savaşın Sonucu :
1-Müslümanlar bu savaşı kazandı.
2-Mekkeli müşriklerin bazı elebaşıları öldürüldü.
3-Mekkelilerden 70 kadar kişi öldü,70 kadarı da esir alındı.
4-Müslümanlardan da 14 kişi şehit oldu..
Esirlere ne yapıldı?
1-Maddi durumları iyi olanlar para karşılığı serbest bırakıldı.
2-Bunlardan okuma-yazma bilenler;10 Müslüman’a okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakıldı.
3- Fakir esirler ise karşılıksız olarak serbest bırakıldılar
Bedir Savaşının Önemi :
1-Bedir Savaşı İslam’ın ve Müslümanların artık kendilerini kabul ettirdiği bir savaş olmuştur.
2-Bu savaşla Medine İslam Devletinin temeli atılmıştır.
3-Zaferle sonuçlanan bu savaşla hem İslam Dini ve hem de Müslümanlar kuvvetlendiler.
4-Bu savaştan sonra Mekkeliler Müslümanlardan korkmaya başlamışlardır.
UHUD SAVAŞI (MART 625 -Hicretin 3.yılı.)
Müslümanlar: 700 kişi Mekkeliler :3000 kişi
Savaşın Sebebi : Bu savaş Mekkelilerin Bedir Savaşının yenilgilerinin intikamını almak istemeleridir.
Savaşın Sonucu: Bu savaşta da Müslümanlar galip gelmek üzere iken,peygamberimizin ısrarla hiç ayrılmamalarını istediği okçuların savaşı kazandık zannederek yerlerini terk etmeleri sebebiyle,Müslümanlar büyük zararlar verdiler.
1-Peygamberimizin amcası Hz.Hamza bu savaşta şehit oldu.
2-Müslümanlardan 70 kişi şehit oldu.
3-Peygamberimiz hafifçe yaralandı.
Uhud Savaşının Önemi: Bu savaşın sonunda Müslümanlara komutanın ve Peygamberin sözlerini her zaman dinlemenin gerektiği anlaşılmıştır
HENDEK SAVAŞI(MART 627 )
Müslümanlar :3.000 kişi Mekkeliler : 10.000 kişi
SAVAŞIN SEBEBİ : Mekkelilerin,Müslümanları tamamen ortadan kaldırmak için Medine’yi kuşatmaları.
SAVAŞIN SONUCU :Müslümanlar Şehrin ovaya bakan kısmını,hendekler(çukurlar)ka zarak,savunma yaptılar.Mekkeliler 20 gün boyunca kuşatmayı sürdürdüler. Erzaklarının da tükenmesi ve son gecede çıkan bir fırtına ile bütün malzemelerinin dağılması ile kuşatmaya son verip geriye dönmüşlerdir.
HUDEYBİYE BARIŞI VE MEKKE’NİN FETHİ
Hendek Savaşından bir yıl sonra hicretin 6.yılından Mekkelilerle Müslümanlar arasında bir anlaşma yapıldı.Hudeybiye denilen yerde yapılan bu anlaşmanın şartları görünüşte Müslümanların aleyhine gibi görünmüştü,fakat anlaşmanın maddeleri zamanla Müslümanların işine yaramıştır.
HUDEYBİYE BARIŞININ ÖNEMİ
Bu anlaşma Mekke’nin fethedilmesini sağlamış bir anlaşmadır.
Anlaşma maddelerinin bir kısmı şöyledir :
1 – İki taraf da 10 yıl boyunca barış içinde bulunacaklardır.
2 – Mekkelilerden,Medine’ye kaçan olursa Müslümanlar o’nu Mekkelilere geri vereceklerdi.
3 – Medine’den Mekke’ye kaçan olursa Mekkeliler ise geri vermek zorunda olmayacaklardı.
4 – Müslümanlar bu yıl umre yapmayıp,gelecek yıla erteleyeceklerdi.Gelecek yıl ise Mekkeliler şehri terk edecekler,,Müslümanlar da şehre silahsız olarak gireceklerdi.Şehirde en fazla 3 gün kalacaklardı.
Ancak Mekkeliler bu anlaşmaya uymadılar.Bunun üzerine Hz.Peygamber de 10.000 kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürümek zorunda kaldı
Mekke civarına geldiklerinde İslam Ordusu konakladı.Peygamberimiz (s)in emriyle on bin terde ateşler yakıldı.Bu kalabalığı gören Mekkeliler;karşı koymaya cesaret edemediler.Hicretin 8.yılında (630 yılında,kan dökmeden Mekke’ye girdi. Yıllarca kendisine ve Müslümanlara eziyet eden Mekkelileri de bağışladı Bu davranışı ile O büyüklüğünü gösterdi. Bunun üzerine Mekkeliler gruplar halinde Müslüman oldular.
3-) HZ MUHAMMED (S.A.V) YAPTIĞI ANTLAŞMALAR NELERDİR?
1-Benû Damre ile Yapılan Antlaşma
Hz. Peygamber Medine’ye gelişinin ikinci yılı safer ayında 60 muhacirle Benû Damre yurduna gitmiş, reisleri Mahşî b. Amr ile komşuluk meselelerini müzakere ederek şu metni dikte ettirmiştir:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
Allah’ın Rasûlü Muhammed’in Benû Damre’ye hitaben yazısıdır: Onların malları ve canları emniyette olacaktır. Ve zalimane tecavüz vukuunda onlara yardım edilecektir. Ve onların vazifesi de Peygamber’e yardım etmek olacaktır. Bu antlaşma bir sufe (bir kabuk, bir tüy) ıslatacak su kalıncaya kadar devam edecektir. Onların Allah yolunda savaştıkları hal bundan müstesnadır. Üstelik Peygamber yardıma çağırır çağırmaz onlar, O’nun davetine cevap vereceklerdir. Ve bunlar için onlar Allah’ın ve O’nun Rasûlü’nün garantisine sahip olacaklardır. Ve aralarında taahhüdlerine riayet eden ve muahedenin ihlalinden korkanlar için yardım yapılacaktır.”
Hz. Peygamber’in Müşrik Damreoğulları ile yaptığı bu antlaşma, karşılıklı olarak yardımlaşmak, iyi komşuluk münasebetleri kurmak, muhtemel tecavüzlere karşı güç birliği içerisinde bulunmak vb. özellikler taşır. Bu antlaşma her iki tarafa da sorumluluk getirmiştir. Benû Damre o dönemde henüz Müslüman olmadığından, cihad için yapılacak yardımlaşma ve destek muahedede yer almamıştır.
2-Benû Gıfâr ile Yapılan Antlaşma
Hz. Peygamber Damreoğulları ile antlaşma yaptığı yıl, Benû Gıfâr ile de antlaşma yapmıştır. Bu antlaşma da, aşağı yukarı Benû Damre ile yapılan muahedeye benzemektedir: “Benû Gıfâr, Müslümanlarla aynı haklara sahip ve aynı vazifelerle mükellef olan Müslümanlar gibi sayılacaklardır. Üstelik Peygamber, onlara şahısları ve mülkleri üzerine Allah’ın kefaletini ve O’nun Rasûlü’nün kefaletini taahhüd eder. Nitekim Peygamber onları yardıma çağırırsa onlar O’nun davetine icabet etmekle mükelleftirler. Ve O’na yardım etmek üzerlerine bir vazifedir. Din için savaş bu kayıttan müstesnadır. Bu antlaşma denizde bir sufe (tüy veya kabuk)yi ıslatacak kadar su kalıncaya kadar muteberdir. Bu yazının bir cinayet karşısında araya girmeyeceği kararlaştırılmıştır.” Rasûlullah, Benû Gıfâr ile de yardımlaşmak, birbirlerine destek olmak ve iyi komşuluk münasebetlerini kurmak üzere antlaşma yapmıştır.
Cüheyne Kabilesi ile Yapılan Antlaşma
Hz. Peygamber h. II. yılın Rebiulevvel’inde Cüheynelilerin bulunduğu Buvat’a doğru yola çıkmıştı. Rasûlullah, Cüheynelilerle de, Benû Damre ve Benû Gıfâr ile yaptığı antlaşmaya benzer bir muahede yapmıştır;
“Cüheyne kabilesinden olan Benû Zür’a ve Benu’r-Rab’a’ya: Onların şahısları ve mülkleri himaye altında olacaktır. Ve kendilerine zulmeden veya harbedenlere karşı onlara yardım edilecektir. Bununla beraber din ve üyeleri uğruna girişilen harpler müstesna. Ve mensupları göçebe olanlardan taahhüdlerini yerine getirenler ve her türlü tecavüzden uzak duranlar için yerlilere tanınan bütün haklar tanınmıştır. Allah yardım edendir.”
Rasûlullah’ın Cüheyne kabilesi ile yaptığı bu antlaşma iki taraf arasında bir saldırmazlık paktıoluşturmuş ve her türlü saldırı karşısında yardımlaşmak hükme bağlanmıştır. Bu antlaşmaya bağlı kaldıkları sürece Müslümanlar tarafından himaye edilebilecekleri de belirtilmiştir.
Hz. Peygamber Kureyşlilerle yaptığı bu antlaşma ile zahirde çok zor şartları ihtiva eden hükümleri kabul etmiş oluyordu. Çünkü bu yıl Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, Medine’ye iltica edenlerin iadesine rağmen, Mekke’ye iltica edenlerin iadesi mümkün olmayacak, Mekke’den Medine’ye hiç bir kişi sokulmayacaktı.
3-Kureyşlilerle Yapılan Hudeybiye Antlaşması
Hz. Peygamber hicretin VI. yılının Zilkade ayında 1400-1500 kişilik ashabı ve 70 kurbanlık devesi ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Niyeti, Kureyşlilerle aradaki husumeti kaldırmak, geçmişteki olayları unutarak dostane münasebetler kurmak ve umre yapmaktı. Ancak Rasûlullah Mekke’ye yaklaştığı zaman Büsr b. Süfyan’a rastgeldiler. Ondan Mekkelilerin Müslümanlara düşmanca tavrını öğrenince, Rasûlullah ashabını Hudeybiye’ye götürdü. Hz. Peygamber Mekke’ye yaklaşırken onlarla sulh yapmak niyetinde olduğu için hiçbir Kureyşlinin Müslümanları engellemesine misillemede bulunmadı. Tek gayesi umre yapılmasa da bir antlaşma sağlanarak oradan ayrılmaktı. Bunu diplomatik yönden temine çalıştı. Yapılan karşılıklı diplomatik münasebetler sonunda, Kureyş Süheyl b. Amr’ı antlaşma yapmak üzere gönderdi. Hz. Peygamber ile Süheyl b. Amr arasında müzakere edilen ve yazılması kararlaştırılan antlaşma metni şu maddeleri ihtiva ediyordu.
- Müslümanlar Kâbe’yi ziyaret etmeksizin Medine’ye döneceklerdir. Bir sene sonra orayı ziyaret edebileceklerdir. Fakat üç günden fazla kalamayacaklardır. Yanlarında sadece kınında kılıç, yay ve diğerleri olabilecektir.
- Medine’deki Müslümanlardan Mekke’ye iltica edenler iade edilmeyecek, fakat Hz. Muhammed Medine’ye gelen her Mekkeli’yi bu şahsın efendisi istediği takdirde iade edecektir.
- Mekke ahalisinden hiçbir kimseyi kendisi ile beraber çıkarmayacak, müminlerden de Mekke’de kalmak isteyenlere mani olamayacak.
- Her kim Muhammed’in birliğine ve ittifakına girmek isterse oraya girebilir. Yine her kim Kureyş’in birliğini ve ittifakını isterse oraya girebilir.
- İki memleket arasında on sene mütareke yapılmıştır. Bu barışı imzalayan tarafların müttefikleri de bu mütarekeye dahildir. Ve bu mütareke, taraflardan herbirinin arazisini diğer tarafın tebasına sulh içinde geçiş için açık tutmaya ve taraflardan biri, üçüncü bir tarafla harp halinde olduğu zaman diğer tarafı bitaraf kılmaya mecbur tutar.
Hz. Peygamber Kureyşlilerle yaptığı bu antlaşma ile zahirde çok zor şartları ihtiva eden hükümleri kabul etmiş oluyordu. Çünkü bu yıl Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, Medine’ye iltica edenlerin iadesine rağmen, Mekke’ye iltica edenlerin iadesi mümkün olmayacak, Mekke’den Medine’ye hiç bir kişi sokulmayacaktı. Anlaşılacağı üzere muahedenin bütün maddeleri Müslümanların aleyhine idi. Fakat bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber en büyük düşmanı Kureyşlilerle on yıllığına bir mütareke imzalamıştır. Bu antlaşma Müslümanları netice itibariyle ümitsiz bırakmıştı. Ancak buantlaşmanın Müslümanlar için nazil olan âyetler ve meydana gelen hadiselerden sonra bir fetih olduğu anlaşılmıştır. Çünkü Müslümanlar hicretin beşinci yılında Hendek gazvesinde 3000 muharip iken, musalahadan iki sene sonra Mekke fethinde sayıları 10.000 kişiye ulaşmıştır.
Hz. Peygamber Müşriklerle yaptığı antlaşmalarda şartlara daima sadık kalmıştır. Muahedenin müzakere ve yazılması esnasında Kureyş delegesi Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Müslüman olarak Rasûlullah’a iltica etmiş ve Müşriklerin elinden kurtarmasını istemiştir. Ancak antlaşma maddeleri üzerinde tasarruf yapamayacağını ve antlaşmaya bağlı kalınması gereğini vurgulayarak Ebû Cendel’i kabul edememiş, Müslümanların; «Ebû Cendel Müslüman olduğu halde nasıl Müşriklere iade edilir?» itirazlarına ve Ebû Cendel’in; «Ey Müslüman cemaati! Ben Müslüman olarak geldiğim halde Müşriklere mi iade edileceğim?» feryadına karşı antlaşmayı zedelememiş ve onu geri vermiştir.
Yine Rasûlullah, Müşrikler tarafından hapsedilmişken Medine’ye kaçmayı başarmış olan Ebû Basîr’i geri almak üzere gelen iki temsilciye antlaşma şartlarına uyarak onu teslim etmiştir. Hudeybiye musalahasına göre taraflar 10 yıl boyunca sulh içerisinde bulunacaklar, buna gizli dahi olsa asla ihanet etmeyeceklerdir. Fakat müttefiki Benû Bekir, Rasûlullah’ın müttefiki olan Huzaa’ya saldırarak muahedeye aykırı hareket etmiştir. Neticede bu ahde vefasızlık Mekke fethine sebep olmuştur.
4-Taiflilerle Yapılan Antlaşma
Hz. Peygamber Tebuk gazvesinden döndüğünde h. IX. yıl Ramazan ayında Taif’den Medine’ye bir heyet geldi. Gayeleri İslam’ı kabul etmekti, fakat şartlı olarak bu dine girmek istiyorlardı. Rasûlullah’a açıkladıkları şartlar şunlardı ;
- Taifliler günlük namazlardan muaf tutulacaklardır.
- Onlar aynı şekilde zekat vergisinden de muaf tutulacaklardır.
- Taif şehri mukaddes bir şehir olarak tanınacaktır.
- Askeri hizmetten (cihad) muaf tutulacaklardır.
- Şehirlerinde putun bulunduğu mabed tahrip edilmeyecektir.
- Onlara fuhuş yasak edilmeyecektir.
- Faizle para vermek de yasak edilmeyecektir.
- Alkollü içki içmeleri onlara yasaklanmayacaktır.
Hz. Peygamber bu maddeleri dinledikten sonra onların ileri sürdükleri bazı maddelerin cahiliye geleneği olduğunu hatırlatarak hepsinin yanlışlığına ve bir cemiyetin ıslahı için bu âdetlerin mutlaka kaldırılması gereğine akıllarını erdirdi. Taif şehrinin kudsiyeti, zekat vergisi ve cihaddan başka isteklerini kabul etmedi. Bunlara ilaveten Rasûlullah’ın teklif ettiği diğer maddelerin de Taifliler tarafından kabulü ile muahede aktedilmiştir. Bu antlaşmaya göre Taif bölgesi mukaddes bölge sayılıyor, onların aşara bağlı olmadıkları, Müslümanlarla aynı şekilde bir cemaat teşkil ettikleri zikrediliyordu. Faizin yasaklılığı ile borç ve emanet konuları, diğer ticari muameleler, reislerinin kendileri tarafından seçilebileceği, Kureyş-Sakif münasebetlerine dair maddeler ve ellerindeki esirlerle ilgili bir takım hükümler muahede metnine dahil edilmiştir.
4-) HZ MUHAMMED (S.A.V) MUCİZLERİ KAÇ KISIMDIR?
Resulullah (s.a.v)’in mucizeleri yedi kısma ayrılır:
1) Semavi cisimlere ait olan mucizeler: Ayın ikiye bölünmesi, güneşin geri çevrilmesi; yağmur, mâide (sofra), yemek ve meyvelerin gökten inmesi.
2) Cansız ve canlı varlıklardan görülen mucizeler: Taş ve ağacın Hazrete selam vermesi, O’nun emriyle ağacın hareket etmesi; elinde kumların tesbih ve zikir etmesi ve hurma yaprağının Ebu Ducane’ye kılıç olması gibi.
3) Hayvanlarda görülen mucizeler: Âl-i Zuheyr’in buzağısının konuşup halkı o Hazretin peygamberliğine davet etmesi; kurdun, devenin, kertenkelenin ve zehirlenmiş koyunun konuşmaları gibi.
4) Ölüleri diriltmek ve hastalara şifa vermek hakkındaki mucizeler: Hz. Ali (a.s)’ıngözünün ağrısının O Hazretin mübarek ağzının suyuyla iyileşmesi; bir kaç hurmayla kaç bin kişiyi doyurması; parmaklarının arasından çıkan suyla bir grup insanların at ve develerinin suya kanması; etini yediği ceylanı diriltmesi, Muaz bin Afra’nın elini iyileştirmesi gibi.
5) Düşmanların şerrinin etkili olmaması hakkındaki mucizeler: Alay edenlerin helak olması, Utbe bin Ebi Leheb’in aslan vesilesiyle parçalanması gibi.
6) O Hazretin şeytan ve cinlere musallat olması ve onlardan bazılarının iman etmesi hususundaki mucizeleri.
7) Gayptan haber vermekle ilgili mucizeler.
5-) PEYGAMBERİMİZİN HİCRETNDEN ÖNCEMÜSLÜMANLARIN TARİHSEL REFERANSI NE İDİ?
– Hicretten önce Müslümanların tarih referansı, “Amm’ul- Fil” idi. Bunun sebebi şudur: Ebrehe’nin ordusu fillere binerek Ka’beyi yıkmak için Mekke’ye gelmişlerdi. Allah Teala Ebrehe ve ordusunu helak etti. Hicaz Arapları o yılı mübarek bildiklerinden dolayı, ismini “Amm’ul- Fil” yani “Fil Yılı” olarak koydular. Peygamber (s.a.a)’in doğumu da o yıla rastlamıştı. O olaydan 71 yıl, yani hicretin 18. Yılına kadar, “Amm’ul- Fil” Müslümanların tarihsel referansı idi. Ama dediğimiz tarihte Hz. Ali (a.s)’ınkılavuzluğuyla, Resulullah (s.a.a)’in Mekke’den Medine’ye hicreti Müslümanların tarihsel referansı olarak kabul edildi.
6-) HANGİ ETKENLER İSLAMIN ÇOK ÇABUK İLERLEMESİNE SEBEP OLDU?
– İslam tarihini incelediğimizde on nedenin, İslam’ın ilerlemesinde çok etkili olduğunu görmekteyiz:
1) Kur’ân’ın çekiciliği ve İslam’ın hakkaniyeti.
2) Hz. Peygamber ve Müslümanların direniş ve şecaati.
3) İslam’ın mahrum ve mustaz’aflara teveccüh etmesi.
4) Hz. Peygamber (s.a.a)’in mantıklı davranış ve taktikleri.
5) Hz. Peygamber’in güzel ahlakı ve şahsiyetinin güçlü çekiciliği.
6) Hz. Peygamber’in Allah Teala’ya derin imanı ve tevekkülü.
7) Müslümanların şahadete ve ibadete aşık olmaları.
8] Hz. Ali (a.s)’ın kahramanca savaş ve fedakarlıkları.
9) Hz. Peygamber’in mucizeleri ve gaybi yardımlar.
10) Hz. Peygamber’in akrabalarının yardımı ve Beni Haşim’in seferberliği.
7-) HZ. MUHAMMED (S.A.V)’İN KURAN’DA KAÇ DEFA İSMİ GEÇMİŞTİR?
- 5- Hz. Peygamber’in mübarek ismi Kur’ân’da beş defa zikredilmiştir:
- a) “Muhammed yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir.”
- b) “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, ancak o Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”
- c) “İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed’e indirilene (Kur’ân’a) -ki o Rablerinden olan bir haktır- iman edenlerin, (Allah), kötülüklerini örtüp bağışlamış, durumlarını düzeltip ıslah etmiştir.”
- d) “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler.”
- e) “Hani Meryem oğlu İsa: r16;Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir peygamberin de müjdeleyicisiyim demişti.”
Hz. Peygamber’in ismi, sıraladığımız ilk dört surede “Muhammed”, beşinci surede ise “Ahmed” olarak geçmiştir.
😎 HZ MUHAMMED (S.A.V) AHLAKİ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
- Onun kalbi insan sevgisiyle doluydu.
- Çocukları sever, onları sıkça okşardı.
- Peygamberimiz alçak gönüllü olması sebebiyle, fakir zengin ayrımı yapmazdı.
- Hastalara önem verir, ziyaretlerine giderdi.
- Bir topluma girdiğinde, boş bulduğu yere otururdu.
- Ayaklarını hiç bir zaman başkalarına doğru uzatmazdı.
- Elbiselerini kendi tamir eder, ayakkabılarını kendi onarırdı.
- Kesinlikle başkalarına yük olmazdı.
- Kadınlara karşı çok nazik davranır, ev işlerinde yardımcı olurdu.
- Misafiri çok sever, onlara kendi hizmet ederdi.
- Müslüman olanla, olmayanı ayırmazdı.
- Peygamberimiz ömrü boyunca kötü söz söylememiş, kimseyi azarlamamış ve kimseye karşı kırıcı olmamıştır.
- Peygamberimiz daima güler yüzlü ve tatlı dilliydi.
- Başkalarına karşı saygısından ötürü kimsenin sözünü kesmez, dinlemeyi bilirdi.
- Başkalarının kusurlarını yüzlerine vurmazdı.
- Peygamberimiz bedenin ve giysilerini temiz tutar, yaşamını sade yaşardı.
- Diş temizliğinde misvak kullanırdı.
- Daima doğru sözleriyle bilinir, sözlerinden dönmezdi.
- İnsanlar içinde oldukça cömertti, kendisinden isteyeni geri çevirmezdi. Ben sadece dağıtıcıyım, veren ancak Allah’tı derdi.
- İntikam duygularını sevmez, bağışlamayı tercih ederdi.
- Kendisine kötülük edenlere karşı iyilik etmeyi tercih ederdi. Yapılan iyiliği unutmaz, iyiliği daima iyilikle anardı.
- Yaşlılara karşı saygıda kusur etmez, küçükleri sever ve şefkat gösterirdi.
- Tembelliği ve boş durmayı sevmezdi.
- Maddi olarak iyi olduğunda bile sade yaşamıyla dikkat çekmiş, yoksullara her zaman yardımcı olmuştur.
9-) PEYGAMBERİN HAYATI KAÇ DÖNEME AYRLIR?
- 164- Üç döneme ayrılır:
1) Peygamberlikten önceki dönem (kırk yıl).
2) Peygamberlikten sonra Mekke’deki dönem (13 yıl).
3) Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonraki dönem (10 yıl).
10-) HZ. MUHAMMED (S.A.V )İLK İNANANLAR KİMLERDİ?
1-HZ.HATİCE (r.a)
2-HZ. ALİ(r.a)
3-HZ . ZEYD(r.a)
4-HZ . EBUBEKİR (r.a)
10 SORUDA IŞİD
1-) IŞİDİN GELİŞİMİNİ VE GÜÇLENMESİNİ SAĞLAYAN IRAKTAKİ POLİTİK GELİŞMELER NELERDİR?
IŞİD öncelikle bölgedeki politik istikrarsızlığı gerek militan desteği, gerekse ele geçirdiği topraklarda halk desteği kazanmak için istismar etmektedir. IŞİD’in bu politik yaklaşımı ise yeni bir olgu değildir vekökenleri Irak El-Kaidesi lideri Zerkavi’ye uzanmaktadır. Nitekim kurmayı planladığı İslam Devleti için Zerkavi, öncelikle 2003’te Irak’ı işgal eden ABD’ye karşı cihadi bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadelesinde başarıya ulaşmak ve bir devlet kurmak için de mezhepsel çatışmayı körüklemeyi ve kargaşa ortamı yaratmayı amaçlamıştır (Lister, 2014a).
Zerkavi’nin Irak’taki bu mezhepsel çatışmayı körüklemeyi başardığı söylenebilir. Ancak IŞİD döneminde de süren bu mezhepsel çatışma ve radikalleşme sürecinde, 2003 sonrası ABD’nin Irak’ta kurduğu “Geçici Koalisyon Otoritesi”nin (GKO) izlediği politikaların da ciddi olumsuz katkıları olmuştur. GKO’nin “en üst dört rütbeye sahip Irak ordusu askerlerinin hiçbir devlet işinde çalıştırılmayacağına dair 1’nolu kararı” bunlardan birisidir. Yaklaşık 30 bin civarında profesyonel askeri kapsayan bu kararı tüm Irak Ordusunun, özel kuvvet birliklerinin ve istihbarat servisinin terhis edilmesini öngören ikinci karar izlemiştir. Tüm bu kararlar neticesinde kırgın, hoşnutsuz, işsiz yaklaşık 300.000 asker potansiyel birer militan konumuna düşmüştür (Gause, 2010). Nitekim aşağıda IŞİD’in askerî durumunda da belirtileceği gibi bugün örgütün askerî anlamda kuvvetli olmasının en önemli nedenlerinden birisi bünyesindeki bu eski profesyonel Irak askerleridir.
ABD’nin, IŞİD’e karşı Sünni aşiretlerin desteğini alarak Sahva Konseyleri kurması ve bunları desteklemesi sonucu, örgüt büyük güç kaybetmiştir (Gause, 2010). Ancak ABD’nin Irak’tan çekilmesi ile durum tersine dönmüş, Şii Irak Hükümetinin lideri Maliki, Sünni’lere ve Sahva Konseyine desteğini çekmiştir (Lister, 2014a). Ayrıca, Maliki yönetimi, Sünni politik rakipleri üzerine baskı ve sindirme siyaseti izlemiş, mezhepsel mücadeleyi siyasi iktidarını güçlendirmek için kullanmıştır (CFR, 2014).
Maliki yönetimi esnasında, IŞİD’in önceki yapısı olan Irak ElKaidesi, Samarra kentindeki 12 Şii imamdan ikisinin mezarının türbesinin bulunduğu Askeriye Camiine 2006 yılında kanlı bir saldırı düzenlemiştir. Bu saldırının ardından Şii Mukteda el-Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu sivil Sünni Araplara karşı etnik temizlik içeren geniş çaplı saldırılar düzenlemiştir. Saldırılar neticesinde iki milyonu aşkın sivil, mülteci durumuna düşmüş, 26.540 sivil hayatını kaybetmiştir (Gause, 2010). Ancak 2008 yılında Maliki’nin düzenlediği harekât neticesinde Sadr’a bağlı birlikler sindirilmiş, bu da Sünnilerin Maliki’ye karşı takındıkları sert tutumun bir nebze yumuşamasına neden olmuştur (US Congress Report,2014).
Ne var ki Maliki ve ekibinin Sünnilere karşı ayrımcı tutumu devam etmiştir. 2010 seçimlerinde 6.500 kişilik aday listesinde yer alan Sünnilerden 499’unun adaylığı Baas bağlantısı vb. nedenlerle “Adalet ve Hesap Sorulabilirlik Komisyonu” tarafından iptal edilmiştir. Komisyon ABD yönetimi döneminde kurulan Baassızlaştırma Komisyonunun devamı niteliğindedir ve başında Şii’ler bulunmaktadır. Yine de seçimlere katılan Irak’lı Arap Sünniler diğer seçimlere nazaran daha fazla sandalye elde etmişler ve ilk kez hükümet kurma şansını yakalamışlardır. Ancak Sünnilere bu şans tanınmamıştır (US Congress Report, 2014).
Sosyal yaşamda ise durum yine benzer özellikler sergilemiştir. Haksız tutuklanmalar, soruşturulmadan terörist damgası vurulan Sünni’lerin sayısındaki artış ve genelde Maliki’nin Sünni karşıtı politikası protestolara konu olmuştur. Özellikle yargısal reformlar yapılmasının istendiği sivil gösterilere Maliki yönetiminin tepkisi sert olmuştur. Anbar’da kurulan bir protesto kampı Maliki yönetimi tarafından hükümeti devirmeye çalışan ve Sünni bir otonom hükümeti amaçlayan bir girişim olarak değerlendirilmiştir. Bir Irak askerinin öldürülmesinden sonra Haviya kentindeki bir protesto kampına Irak ordusunca düzenlenen saldırıda (Nisan 2013) tamamı sivil 51 kişi hayatını kaybetmiştir (Time, 2014).
Bu süreçte Sünni parlementer Alvani’nin tutuklanması, kardeşinin ve bazı korumalarının öldürülmesi Alvani’nin aşiretinin yaşadığı Anbar eyaletinde kitlesel protestolara neden olmuştur (US Congress Report, 2014). Tepki olarak Anbar’ın merkezi olan Ramadi kentindeki protesto kampının Irak Ordusunca ortadan kaldırılmaya çalışılması (Aralık 2013) buradaki ve Felluce’deki halkın ayaklanmasına neden olmuştur (CFR, 2014). Durumdan istifade eden IŞİD ayaklanan halk ile birlikte hareket ederek Irak Ordusunun bu kentlerden çıkarılmasını sağlamış ve bölgeyi kendi kontrolü altına almıştır (US Congress Report, 2014).
Eş zamanlı olarak Suriye’de kaos ortamının tırmanması, meydana gelen güç boşluğu, devam eden mezhepsel çatışmalar ve bu kapsamda Suriye’de örgütün ideolojisine yakın cihadi militanların sayısındaki artıştan istifade eden IŞİD, kontrol altına aldığı alanları genişletmiş ve nihayetinde bir devlet ilan etmiştir. Peki örgüt, böyle bir “devleti” idare edebilmek için nasıl yapılanmıştır?
IŞİD’in Yapısı
BM Güvenlik Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren “Analitik Destek ve Yaptırım Gözlem Timi”nin IŞİD raporuna göre3 örgüt temelde üç ana gruptan oluşmaktadır. Bunlardan ilki çekirdek yönetim kadrosudur. Bu kadro baskın bir şekilde Iraklılardan oluşmaktadır ve 2010 yılından beri Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından yönetilmektedir. İkinci ana grup Bağdadi’ye biat etmiş olan ve yine çoğunlukla Iraklılardan kısmen de Suriyelilerden oluşan gruptur. Bu grup, askerî ve idari işlerde görev almaktadır. Üçüncüana grup ise 80’in üzerinde ülkeden gelen yabancı terörist savaşçılardır ve silahlı gücünün önemli bir kısmını oluşturmaktadır (UN Report, 2014).
2-) TEŞKİLATI NASIL?
Örgüt basit bir terörist grubun ötesinde hareket etmektedir. Sahip olduğu kaynakları ve sözde ilan ettiği devleti idare etmek için IŞİD sıkı kontrol edilen bürokratik bir teşkilata sahiptir (Lister, 2014a). Bu kapsamda ele geçirilen ya da mücadele edilen topraklar (örneğin Bağdat) “vilayet” yapılanması içerisine sokulmaktadır. BM Raporuna göre IŞİD yönetimine bağlı sekiz “vilayet” bulunmaktadır. Kontrol altındaki bu “vilayet”ler, yerinden yönetim anlayışı çerçevesinde atanan “vali”ler tarafından idare edilmektedir (UN Report, 2014).
IŞİD ilan ettiği İslam devletinde yerel halkın desteğini kazanmayı amaçlamaktadır ve böyle bir devletin idare edilmesine ve idamesine yönelik teşkilatlanmıştır. Öncelikle şeriat yaşamın her alanında tatbik edilmekte, halkın şeriat kurallarına uygun davranması sağlanmaktadır. Bu maksatla “Hisbah” isimli ahlak polisi tarafından, ticaretten, alkole, uyuşturucudan kadınların kılık kıyafetlerine kadar birçok konuda denetimler yapılmakta, suçlular ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır. Davalar sulh mahkemeleri ve şeriat mahkemelerince dinî usullere göre görülmekte cezalar da yine şeriat hükümlerine göre yerine getirilmektedir (Vice News, 2014a). 4
Gündelik yaşamı kolaylaştıran ücretsiz hastane hizmeti sağlanması, fakirlere ücretsiz ekmek ve yemek dağıtılması, ücretsiz toplu ulaşım, dinî eğitim veren okulların açılması vb. birçok faaliyet ile IŞİD bir ulus devletin sağladığı hizmetleri kontrol altındaki topraklarda vermeye çalışmaktadır. (Lister, 2014a).
3-) LİDERİ KİMİ?
IŞİD’in mevcut lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’dir. Bazılarınca “Yeni Usame Bin Ladin” olarak tanımlanan Bağdadi hakkında bilgiler sınırlıdır. Yönettiği çatışmalarda kendisine bağlı grup liderlerine emirler verirken bile maskesini çıkarmadığı ve bunun için kendisine “gizli şeyh” denildiği iddia edilmektedir (The Guardian, 2014a). Başına 10 Milyon ABD Doları ödül konulan IŞİD liderinin Bağdat’ın yaklaşık 125 km kuzeyinde yer alan Samarra şehrinde 1971 yılında doğduğu bilinmektedir (Rewards, 2014). Amerikan Dış İşleri’ne ve BM “El-Kaide Yaptırım Komitesi”ne göre Bağdadi’nin diğer isimleri arasında “Ali-el-Bedri-el-Samarri”, “Dr. İbrahim”, “Awwad İbrahim” ile takma ismi olan “Abu Du’a” yer almaktadır (UN Al-Qaida Sanctions List, 2014).
Dindar bir aileden gelen Bağdadi’nin aile bağı Samarra şehrindeki Abbas aşiretinin Bedri koluna mensuptur. Bu noktada IŞİD, Bedri soyunun dolayısıyla Bağdadi’nin soyunun Kureyş aşiretine ve oradan da Hz. Muhammed’e dayandığını iddia etmektedir. Bu durum cihat grupları için önemlidir çünkü bu gruplar için emir olmanın ön şartlarından birisi Kureyş soyundan gelmektir (Timeturk, 2014).
4-) YÖNETİM KADROSUNDA KİMLER VAR?
IŞİD’in yönetim kadrosunda bulunanların kim oldukları konusunda değişik tespitler mevcuttur. The Wall Street Journal Türkiye’nin bir haberine göre Bağdadi’den sonraki isim Ebu Ali El-Anbari takma adlı eski Irak ordusu yetkililerinden birisidir. Anbari’nin büyük oranda örgütün Suriye’de operasyonlarını idare ettiği, şeriat bilgisinin nispeten düşük olduğu bu yüzden de örgütün siyasi temsilcilik rolünü üstlendiği iddia edilmektedir. Yine aynı habere göre Saddam Hüseyin’in generallerinden birisi olan Ebu Müslim El-Türkmani kod adlı Fadıl Ahmed Abdullah ElHiyali, Bağdadi’ye yakın isimlerden birisi olarak zikredilmektedir. ABD askerlerinin Irak’a girmesinin ardından Irak ordusundan çıkarılan Hiyali’nin Amerikalılara karşı savaşmak için Sünni Müslüman isyancılar arasına katıldığı belirtilmektedir (The Wall Street Journal, 2014). Hâlihazırda IŞİD’in Iraktaki operasyonlarından sorumlu olduğu belirtilen Hiyali, Anberi ile birlikte örgüt lider yardımcılığı konumundadır (UN Report, 2014).
IŞİD’in en üst yönetim kadrosunda değişik alanlardan sorumlu “bakanlar”ın yer aldığı bir “kabine” bulunmaktadır.
Iraklı güvenlik uzmanı ve IŞİD’den ele geçen belgeleri incelemiş olan Hişam El-Haşimi’ye göre örgüt lideri Bağdadi’nin başarısının ve gücünün kaynağında kendisine sadık bu yetenekli yönetim kadrosu bulunmaktadır (The Telegraph, 2014). Yönetim kadrosunun çoğunluğu ise Iraklı ve eski Baas Partisi mensubu subaylardır (Lister, 2014b).
Örgütün İdeolojisi ve Hedefleri:
5-) İDEOLOJİSİ NEDİR?
IŞİD ideolojik alt yapısını, El-Kaide ve Taliban gibi, Selefilik mezhebinden oluşturmaktadır (Clarion Project, 2014). Okur, Selefilik ile Suudi Vehhabilik arasında organik bir bağ olduğunu ve bir benzetmeye gidilecek olursa Vehhabiliğin 1.0. sürümünün Arabistan Vehhabiliği olacağı, 2.0. sürümünün Mısırdaki Selefi hareketin olacağı, 3.0. sürümünün El-Kaide örgütü olduğunu ve son sürümünün ise IŞİD örgütü olacağı şeklinde benzetme yapılabileceğini belirtmiştir (Gözel, 2014).
Selefi düşünce, zamanın bir kesitine bağlı kalarak bunu tüm zamanları kapsayacak şekilde algılar. Özellikle Peygamber döneminde olmayıp daha sonra karşılaşılan her durum kötü sünnet/gelenek olarak algılanır. Bu düşünce tarzının amacı, Peygamber, Sahabe ve Tabiin dönemindeki saflığa dönmek olup özgüven duygusu ile değil aksine, yenilgi psikolojisi ile ortaya çıkabilen bir durumdur. İslam dünyasında dinî bir ideolojiye dönüşmüş ve politik yönü ağır basan, yenilgiye açık olmayan literalist bir yapıya bürünmüştür (Yılmaz, 2014).
Selefi düşünce, dinde meydana gelen sonraki gelişmeleri reddeder ve bunları İslam dışı olarak değerlendirir. Kendi İslami görüşlerinden sapanlar, farklı düşünce tarzına sahip olanlar kâfir olarak nitelendirilir ve bunun cezası ölümdür (Clarion Project, 2014).
6-) HEDEFLERİ NELER?
IŞİD, İslami Hilafeti kurmak gibi politik bir amaca sahip dinî örgüt olarak (Lewis, 2014), Irak ve Levant bölgesinde sivil istikrarsızlığı sağlayarak ve çatışma ortamı yaratarak, şeriat kanunları ile yönetilen İslam devletini kurmayı amaçlamaktadır (Laub ve Masters, 2014).
Bu amacı gerçekleştirebilmek için kısa, orta ve uzun dönem hedeflere sahiptir. Kısa vadede kontrol ettiği bölgelerde varlığını sağlamlaştırmayı ve Suriye ve Irak’ta yeni bölgeler ele geçirmeyi amaçlamaktadır. Amacına ulaşmak için uyguladığı en temel taktik Sünniler ve Şiiler arasında çatışma ortamı yaratarak, Şii sivilleri nerede ve ne zaman olursa olsun katletmektir. Şiilere karşı uygulanan bu şiddet ile Sünnilerin IŞİD’e desteklerini sağlamaya çalışmaktadır (Clarion Project, 2014).
Orta vadede Irak ve Suriye’deki varlığını sağlamlaştırmayı ve genişlemeyi, uzun vadede ise komşu Sünni devletlere genişlemeyi amaçlamaktadır. IŞİD destekçileri tarafından sosyal medyada yayımlananbir resme göre, IŞİD’in gelecek hedefleri arasında Ürdün ve Suudi Arabistan yer almaktadır (Clarion Project, 2014).
IŞİD tarafından İngilizce olarak yayınlanan “Dabiq” dergisi, örgütün stratejisini politik ve dinî otoriteyi elde etmeden önce silahlı güç vasıtasıyla fiziki kontrolü sağlamak olarak açıklamaktadır. “Dabiq” ismi, bir hadise göre Suriye’de, Müslümanlar ve Roma İmparatorluğu arasında, mahşerden önce olacak olan savaşın gerçekleşeceği yerin isminden gelmektedir (Lewis, 2014).
Örgütün Gücü:
Örgüt, varlığını devam ettirmesine olanak sağlayabilecek ve belirlediği hedefler uğrunda ilerlemesine yardımcı olabilecek çeşitli güç unsurlarına sahiptir. Örgütün sahip olduğu güç unsurları, insan, silah, propaganda ve iletişim ile ekonomik güç başlıkları altında toparlanabilir.
7-) İNSAN GÜCÜ NE KADAR?
Örgütün insan gücü hakkında kesin rakamlar vermek neredeyse imkânsız görülmektedir. Bunun yanında farklı kaynaklar, farklı rakamlar belirtmektedir. CNN ve BBC’nin yaptığı haberde, Amerikan yetkililerine göre IŞID’in Irak ve Suriye’de 20.000 ile 31.500 arasında savaşçısı bulunduğu (BBC, 2014c; CNN News, 2014a) belirtilmektedir. Ancak Söz konusu sayının ne kadarının doğrudan IŞİD liderine bağlı olduğu, gerek ideolojik nedenlerle gerekse çıkarların örtüşmesi gerekçesiyle IŞİD ile ittifak içinde bulunan savaşanların miktarının ne olduğu ya da zorla örgütte bulunanların varlığı yapılan tahminlerin aralığını genişletmektedir (UN Report, 2014)
Örgütün insan gücü ile ilgili yapılan başka bir açıklamada, Haşimi IŞİD’in liderine yemin sadakati ile bağlı 25 bin civarında örgüt mensubu, teknik konularda, güvenlik ve askerî konularda yetişmiş orta ve üst düzey 1.000 civarında komutanı bulunduğunu ifade etmektedir. Örgüt mensuplarının belirli bir bölgede çalıştıklarını ve herkesin bir görevi olduğunu vurgulayan Haşimi örgüt mensuplarının yaptıkları işin derecesine göre 300 ile 2.000 dolar arasında aylık maaş aldıklarını belirtmektedir (The Telegraph, 2014).
CIA yetkilileri, dünyanın dört bir yanından 2.000’i Batılı devletlerden olmak üzere 15.000’den fazla yabancı savaşanın Suriye’ye intikal ettiği, ancak bunların ne kadarının IŞİD’e ne kadarının Suriye rejimine muhalif gruplara katıldığının belirgin olmadığını ifade etmektedir. Iraklı bir parlamenterin değerlendirmesine göre ise IŞİD bünyesindekiyabancı savaşan oranı % 30 civarında bulunmaktadır (CNN News, 2014a). Bu sayılara ulaşılmasında ise Haziran 2014’te Musul’un ele geçirilmesi (UN Report, 2014), Haziran 2014’te halifeliğin ilan edilmesi ve etkili bir istihbarat çalışmasının büyük katkısı bulunmaktadır. Nitekim Musul ele geçirilmeden önce militan sayısının 3.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir (UN Report, 2014).
Tüm bunlara ilave örgüte katılmayıp, özellikle İslam coğrafyasında IŞİD’e bağlılıklarını ya da desteklerini bildiren değişik büyüklükte radikal gruplar da bulunmaktadır. Bunların bir kısmı doğrudan bulundukları coğrafyada örgüt adına eylemlerde bulunurken bir kısmı ise örgütü değişik konularda desteklemektedirler. Bu grupların yer aldığı ülkelerden bazıları; Libya, Tunus, Cezayir, Nijerya, Pakistan, Filipinler ve Endonezya olarak sıralanabilir. Suudi Arabistan ve Lübnan’da ise IŞİD’in iş birliği içinde olduğu yerel destekçiler mevcuttur. Ürdün’deki radikal gruplar ise daha ziyade El-Kaide’yi ve El-Nusra’yı desteklemektedir (Lister, 2014a).
😎 SİLAH GÜCÜ NE KADAR?
İnsan gücünde olduğu gibi IŞID’in sahip olduğu konvansiyonel silah miktarı konusunda da doğrulanmış bilgiler mevcut değildir. BM Güvenlik Konseyi için hazırlanan bir rapora göre IŞİD, Irak ve Suriye’deki savaşı altı ay ile iki yıl arasında daha sürdürebilecek hafif silah, mühimmat ve araca sahip bulunmaktadır (UN Report, 2014).
Örgütün sahip olduğu silahlar arasında, tanklar (tahminen 30 adet T- 55, 5-10 adet T-72), çekili toplar (yaklaşık 20 km menzilli), BM-21 çok namlulu roketatar sistemleri, omuzdan atılan hava savunma füzeleri (SA-7 ve Stinger), anti-tank silahları (HJ-8 ve Spigot), zırhlı personel taşıyıcılar ve diğer hafif silahlar (M-16 vb.) yer almaktadır (The Telegraph, 2014).
Örgütün belirtilen bu silah ve cephaneyi teminde kullandığı en büyük kaynağı, Irak ve kısmen de Suriye ordusundan ele geçirilenler oluşturmaktadır. Diğer yandan Irak ve Suriye ordusundan ele geçirilen silah ve cephane olmasa bile, bölgedeki istikrarsız yapının uygun ortamı yarattığı silah kaçakçılığı, örgütün bu anlamdaki ihtiyaçlarını karşılayacak boyuttadır (UN Report, 2014).
Ayrıca, Irak’ın BM temsilcisine dayandırılan bir bilgiye göre ise IŞİD’in Musul’daki bir araştırma laboratuvarından 40 kg civarında düşük seviyeli uranyum ele geçirdiği ancak bu hammaddenin nükleer bir silaha dönüştürülme ihtimalinin çok düşük olduğu belirtilmektedir (The Telegraph, 2014).
9-) PROPAGANDA VE İLETİŞİM GÜCÜ NEDİR?
Örgütün komuta heyeti daha önce de arz edildiği gibi çoğunlukla Saddam Rejiminin tecrübeli komutanlarından oluşmaktadır. Bu da örgüte ciddi bir avantaj kazandırmaktadır.
IŞİD’in kentlerde hücre yapılanması şeklinde faaliyet gösteren militanları vasıtası ile sivillere yönelik gerçekleştirdiği eylemlerin amacı mezhepsel çatışmayı canlı tutmak ve örgütün “Sünnilerin tek ve gerçek koruyucusu olduğu” izlenimini vermektir. Diğer eylem türü ise daha askerî hedeflere yöneliktir. Karşı tarafın moral gücünü ve diğer askerî kabiliyetlerini zayıflatmayı, onlar üzerinde korku yaratmayı ve elde bulundurduğu topraklardaki gücünü sağlamlaştırmayı amaçlayan bu tür eylemler daha organize edilmiş bir yapıdadır. Örneğin önce üst düzey komutanlar ve sivil makamlardaki yetkililer düzenlenen bireysel suikastlarla öldürülmekte, bu şekilde korku salınmakta, karşı tarafın komuta gücü zayıflatılmaktadır. Daha sonra alt düzeyde devriye ve kontrol noktalarına bombalı araç ve intihar saldırıları düzenlenmekte ve nihai olarak baskın tarzında birden fazla istikamette koordine edilmiş yaya ve motorlu saldırılarla hedef ele geçirilmektedir (Lister, 2014a).
IŞİD teknolojik uygulamaları ve interneti aktif olarak kullanmaktadır. IŞİD’in eleman sayısını artırmasında, özellikle yabancı savaşçıların örgüte katılmasında, sosyal medyanın ve internetin büyük rolü olduğu değerlendirilmektedir (UN Report, 2014).
Bu kapsamda IŞİD, propagandasını Mayıs 2014 tarihinde kurduğu “El-Hayat Medya Merkezi” vasıtasıyla yürütmeye başlamıştır. Bu kapsamda oluşturulan internet sitesinde çeşitli videolar ve dergiler yayımlanmaktadır. İlk video 19 Haziran 2014 tarihinde yayımlanmıştır. Özellikle batı kökenli yabancı savaşçıların cihat çağrılarına yer verilen videolar yüksek kalitede ve birden fazla dilde yayımlanmaktadır. Yine “Dabiq” isimli İngilizce dergi ile örgüt faaliyetlerinin propagandasının yapıldığı “Insight into the Islamic State” isimli raporlar vasıtasıyla IŞİD internet aracılığıyla geniş kitlelere ulaşmaktadır (Vice News, 2014b). Ayrıca örgüt kendi akıllı telefon uygulamalarını bile kullanmakta, kişisel bilgiler ve koordine edilmiş grup faaliyetleri bu program vasıtasıyla paylaşılmaktadır (Lister, 2014a).
Askerî iletişim anlamında ise örgütün Irak ordusundan ele geçirdiği ABD menşeli telsizlere sahip olduğu (The Washington Post, 2014a) ancak örgütün operasyonel anlamdaki iletişiminde kurye hizmetini kullandığı ve bu sayede gizliliği muhafaza ettiği öne sürülmektedir (The Daily Dot,2014).
10-) EKONOMİK GÜCÜ NE KADAR?
IŞİD, dünyanın en iyi finanse edilen terör örgütüdür. Bir değerlendirmeye göre 2,4 milyar doları aşkın bir servete sahiptir (The Guardian, 2014b). Bu ekonomik gücün belli başlı kaynakları ise petrol, haraç, fidye, her türlü kaçakçılık ve bağışlardır. Bu kaynaklar içerisinde ise petrol üretimi ve kaçakçılığı IŞİD’in en büyük finans kaynağını oluşturmaktadır. Gerek Irak gerekse Suriye topraklarında ele geçirilen petrol rafinerileri işletilmekte ve buradan çıkarılan petrol kaçakçılık vasıtasıyla gelire dönüştürülmektedir. Son zamanlardaki ABD’nin hava saldırıları sonucu rafinelerin zarar görmesi nedeniyle, buradan elde ettiği gelirde azalma olmasına rağmen günlük ortalama 250.000 ile 1,5 milyon dolar arasında gelir elde ettiği değerlendirilmektedir (UN Report, 2014).
Bir diğer kaynak ise haraçtır. Bir değerlendirmeye göre haraç gelirinin toplam gelire oranı yaklaşık % 8-% 10 arasındadır (UN Report, 2014). Adam kaçırma ve fidyeden örgütün 2014 yılının başından beri en az 20 milyon dolar tutarında gelir elde ettiği tahmin edilmektedir (US Department of Treasury, 2014).
Bunların yanında, örgüt kontrolündeki bölgelerdeki Müslüman olmayanlar cizye ödemektedir. Bunun şeriatın bir gereği olduğunu söyleyen bir IŞİD yetkilisi, gayri-müslimlerle 23 Ocak 2014 tarihinde bir anlaşma yaptıklarını, bu anlaşmanın el-Bağdadi tarafından da onaylandığını ve “vergi” ödemeyi kabul eden Hıristiyanlara zarar vermediklerini beyan etmektedir (Vice News, 2014a).
Antik eser kaçakçılığı da IŞİD’e küçümsenmeyecek miktarda gelir getirmektedir. Örgütün ele geçirdiği el-Nabuk kentindeki 8000 yıllık tarihî eserlerin satışından 36 milyon dolar kazandığı tespit edilmiştir (The Guardian, 2014b). Bir diğer gelir kaynağı olarak örgüt özellikle Körfez ülkelerinden bireysel bağış toplamaktadır (The Telegraph, 2014). Bağışlar hem güvenilir şahısların ülkeleri gezerek toplamasıyla hem de sosyal medya vasıtasıyla toplanmaktadır (UN Report, 2014).
Kadın ve çocuk kaçakçılığı ile seks köleliği ise IŞİD’in gelir elde etme konusunda sınır tanımazlığının bir göstergesidir. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi (OHCHR) ve BM Irak Yardım Misyonu (UNAMI) tarafından müşterek olarak hazırlanan “Irak’taki Çatışmalarda Sivillerin Korunmasına Dair Rapor” bu acı durumu ortaya koymaktadır. Raporda, Şii, Yezidi ve Hıristiyan kadın ve çocukların inançlarını değiştirmeye zorlandıkları, aksi takdirde savaş ganimeti sayılıp seks ticaretine ve alım satıma konu oldukları ve hatta bu kadın ticaretinin Musul’un el-Kuds bölgesinde açılan bir satış ofisinde açık artırma ile gerçekleştirildiği ifade edilmektedir (OHCHR/UNAMI, 2014).