Sayfa : [ 1 ] – [ 2 ] – [ 3 ] – [ 4 ] – [ 5 ] – [ 6 ] – [ 7 ] – [ 8 ] – [ 9 ]
10 SORUDA OSMANLI ŞEHZADESİ
1-) ŞEHZADELER NASIL TAHTA ÇIKARLARDI?
Türk devletlerinin (bulunabilen) kayıtlı/belgeli tarihi Mete Han (Oğuz Han) (M.Ö. 234-174) yönetimindeki Büyük Hun İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Bu yüzden daha sonraki dönemlerdeki birçok uygulama, “Oğuz töresi” olarak adlandırılmıştır.Oğuz töresine göre, mülkün (yönetimin) sahibi, hanedandır. Türk devlet geleneğine göre devlet, hanedan üyeleri tarafından ortak olarak idare edilirdi. Devlet başkanı seçiminde yazılı bir sistem olmadığı gibi katı bir fiili sistem de yoktu.Hanedanın her üyesinin devlet başkanı olma hakkı vardı. Hanedan içindeki en hırslı, en ehil şehzade, devletin bir sonraki başkanı olurdu. Bu olgu, yönetimin, adaylar içindeki en kaliteli şehzadelere geçmesi imkânını verse de, zaman zaman karışıklığa yol açtığı da bir vakıadır.
2-) OSMANLI ŞEHZADELERİ NASIL EĞİTİLİRDİ?
Osmanlı şehzadeleri eğitimlerinin nazari kısmını sarayda almaya başlarlardı. Dönemin alanlarındaki önde gelen bilginleri, şehzadelere hoca olarak tutulurdu. Şehzadeler, yabancı dil olarak Arapça ve Farsça’yı mutlaka öğrenirlerdi. Şehzadeler sarayın üçüncü avlusunda, iç oğlanlarla birlikte ata binmeyi ve silah kullanmayı da öğrenirlerdi. Osmanlı şehzadeleri, aldıkları nazari eğitimlerin uygulamasını yöneticilik yaptıkları sancaklarda öğrenirlerdi.
3-) SANCAĞA GÖNDERİLME NE ZAMAN SONA ERDİ?
Kânuni döneminde Şehzade Bayezid’in isyan etmesinden sonra, sancaklara sadece “veliaht şehzade” olan oğlu gönderildi. II. Selim’in oğlu III. Murad ve III. Murad’ın oğlu olan III. Mehmed, Manisa’da Sancakbeyi olarak görev yaptılar. Veliaht şehzadeler sancak valiliği yaparken; diğer şehzadeler Topkapı Sarayı’nda denetim altında yaşarlardı. Veliaht şehzade tahta çıktıktan ve bir varisi olduktan sonra, devletin bekâsı için diğer şehzadelerin hayatlarına son verilirdi. 1595’te tahta geçen Sultan III. Mehmed döneminden itibaren artık en büyük şehzade de sancağa gönderilmedi; bütün şehzadeler Topkapı Sarayı’nda yaşamaya başladılar. Sultan I.Ahmed 1603’te tahta çıktığında, çocuğu olmadığı için kardeşi Şehzade Mustafa’yı öldürtmedi. Oğulları olduktan sonra da devlet adamları, padişahın kardeşini öldürmesine izin vermediler. Bu tarihten sonra, yaklaşık iki yüz yıldır uygulanan şahzade infazları son buldu ve hanedanın bütün üyeleri Topkapı Sarayı’nda denetim altında yaşadılar.
4-) SANCAK İŞİ KAĞIT ÜZERİNDE NASIL YÜRÜDÜ?
III. Mehmed döneminde şehzadelerin sancağa gönderilmeleri geleneği sona ermişti; ama veliaht şehzadeye sancak tevcih edilmeye de devam ediliyordu. Hanedanın en büyük şehzadesi kâğıt üzerinde de olsa bir sancak yöneticiliğine tayin edilirdi. Ancak sancağa şehzadenin yerine vekili olarak bir devlet adamı, “mütesellim” adıyla gönderilirdi. Sultan İbrahim’in oğlu Şehzade Mehmed’e, dört yaşındayken Manisa sancağı tevcih edilmiştir. IV. Mehmed’den itibaren kâğıt üzeri sancak tevcihi uygulaması da sona erer.
5-) ŞEHZADE SANCAKLARI HANGİLERİYDİ?
Osmanlı İmparatorluğu’nda şehzadeler, babalarının padişahlığı döneminde -yanlarında “lala” adı verilen tecrübeli bir devlet adamıyla birlikte- sancaklara vâli olarak gönderilirlerdi. Sancak valiliği sayesinde, şehzadeler devlet idaresini öğrenirlerdi. Amasya, Kütahya ve Manisa “şehzade sancağı” olarak tanınırdı. Genellikle bu iller seçilse de, şehzadelerin yöneticilik yaptığı sancaklar şüphesiz bu vilayetlerle sınırlı değildi. Haldun Eroğlu’nun araştırmasına göre, İmparatorluk tarihi boyunca şehzadelerin Sancak Beyliği (Valilik) yaptığı vilayetler şunlardır: Bursa, İnönü, Sultanhisar, Kütahya, Amasya, Manisa, Trabzon, Şebinkarahisar, Bolu, Kefe, Konya, Akşehir, İzmit, Balıkesir, Akyazı, Mudurnu, Hamidili, Kastamonu, Menteşe (Muğla), Teke (Antalya), Çorum, Niğde, Osmancık, Sinop, Çankırı.
6-) ŞEHZADE LALALARININ GÖREVLERİ NELERDİ?
İmparatorluk döneminden önce şehzadelerin yanına “atabey” adı yerilen görevliler verilirdi. Aynı sistem geliştirilerek kullanılmaya devam edildi ve şehzadelerin yanındaki görevlilere “lala” denildi. Osmanlı şehzadeleri bir sancağa gittiklerinde, yanlarında bulunan lala, bölgenin idaresinden ve şehzadenin eğitiminden sorumlu olurdu. Merkezden yazılan yazılarda, şehzade değil, lala muhatap alınırdı. Şehzadelerin davranışlarından lalalar sorumlu tutulurdu. Lala aynı zamanda şehzadenin, padişah otoritesine karşı herhangi bir faaliyete girmesini engellemekle de yükümlüydü. Şehzadelerin sancağa çıkma uygulaması sona erdikten sonra, lala tayini yine devam etmiş ama bu kez lalalar saray görevlileri arasından seçilmişlerdir.
7-) ŞEHZADELER SARAYDA NEREDE YAŞARLARDI?
- Mehmed döneminde, 1653’te hanedanın diğer erkek üyeleri Topkapı Sarayı’nda, Harem’e bitişik “şimşirlik” denilen yerde yaşarlardı. Bir adı da “kafes” olan bina 12 odadan meydana geliyordu. Binada Şehzadelerin rahatı için her türlü kolaylık vardı. Ancak yüksek duvarlarla ve şimşir ağaçlarıyla çevriliydi. “Şehzadegân Dairesi” olarak yaptırılan bina adını çevresindeki ağaçlardan almıştı. Binanın çift taraflı demirlerle kilitlenen iki kapısı vardı. Kapıların hem önünde hem de arkasında zenci hadım ağalar nöbet tutarlardı. Şimşirlik binasını 1756’da gören Fransız tüccar Jean Claude Flachat, binanın sağlam bir kaleye benzediğini söyler. Şimşirlikte tutulan şehzadeler dışarıya çıkamazlar, kimseyle haberleşmelerine izin verilmezdi. Hastalandıklarında hekimler şimşirliğe giderler, tedavilerini orada yaparlardı. 18. Yüzyıl’ın ortalarından itibaren, şehzadelerin şimşirlikteki hayatları daha rahatladı. 1753 ile 1757 yılları arasında tahtta bulunan Sultan III. Osman döneminde, şimşirlik binasının şekli değiştirildi, duvarlar alçaltılarak, binada yeni pencereler açıldı. Padişah, Beşiktaş’takine ya da diğer saraylara gittiği zamanlarda, yanında şehzadeleri de götürmeye başladı.
😎 SARAYDA ZARURİ İKAMET NE TÜR SONUÇLAR VERDİ?
Padişahlar bayram törenleri haricinde, şimşirlikte yaşayan şehzadelerle görüşmezdi.Şehzadelere fazla eğitim de verilmezdi. Şimşirlik, Osmanlı padişahlarının kardeş ve yeğenlerini artık infaz ettirmek istememelerinin bir ürünü idi. Fakat saraydaki şehzadeler, kötü niyetli kişiler tarafından padişahlara karşı zaman zaman bir tehdit unsuru olarak kullanıldılar. Şimşirlikteki hayat, zaruret icabı Şimşirlikten tahta çıkan padişahların silik kalmasına yol açtı. Özellikle 17. Yüzyıl’ın ikinci yarısında bu şekilde tahta çıkan bazı şehzadeler, doğru düzgün eğitim almadıklarından ve dünyadan haberdar olmadıklarından tahta çıktıklarında çok zorluk çektiler ve devlet erkanı tarafından yönlendirildiler. İki yüzyıl süren kardeş katli (hele küçük yaştaki şehzadelerin infazı) bugün bize vahşet gibi geliyor. Ancak her şeyi döneminin şartları içerisinde değerlendirmek gerekir. Kardeş katlini ortadan kaldırmak için katı bir veraset sisteminin oturtulması gerekliydi. Bu ise ancak 17.Yüzyıl’ın başlarından itibaren ekberiyyet (yani hanedanın en büyüğünün tahta geçmesi) sisteminin hayata geçirilmesiyle sağlanabilmiştir. Her halikârda kardeş katlinin meşrulaştırılması Osmanlı’yı Türk tarihi içinde, farklı bir konuma taşımıştır. Bu sayede altı asırlık imparatorluk hayatında bölünme yaşanmamıştır.
9-) EN SON NE ZAMAN BİR ŞEHZADE ÖLDÜRÜLDÜ?
Osmanlı hanedanında ilk olarak I.Ahmed kardeşi Mustafa’yı öldürtmemişti. Ancak kardeş katli hemen kalkmadı. Sonrasında birkaç istisna yaşandı. I.Ahmed’in oğlu II. Osman, kendisinden birkaç ay küçük kardeşi Şehzade Mehmed’i hükümdarlığı sırasında infaz ettirdi. Daha sonra tahta çıkan IV. Murad da, sarayda entrikaların alıp başını yürümesi üzerine bu yola başvurmak zorunda bırakıldı. IV. Mehmed, kardeşlerini öldürmeye çalışmışsa da, başta Valide Sultan olmak üzere, devlet ileri gelenleri buna engel oldular. IV. Mehmed’in teşebbüslerinin başarılı olmamasıyla kardeş katli dönemi, bir istisna dışında sona ermiştir.
10-) ŞEHZADELERİN ÇOCUKLARI NE OLURDU?
Şehzadelerin hizmetinde câriyeler ve hadım ağalar vardı. Fakat bu hadım ağalar, yanlarında biri olmadan şehzadelerle görüşemezlerdi. Hadım ağalar şimşirlik binasının alt katında bulunan odalarda kalırlardı. Şehzadelerin her tülü ihtiyacı şimşirlik binasındaki dairelerde karşılanırdı. Şehzadeler, kendilerine uygun görülen cariye ile cinsel ilişkiye girebilirlerdi; ama çocuk sahibi olamazlardı. Kazara hamile kalan cariyelerin çocukları düşürülürdü. Bazılarının gizlice doğumu sağlanmış, saray dışında büyütülmüştür. Şehzadelerin sakal bırakmaları yasaktı. Sakal, padişahlığın sembolü olarak görüldüğünden ancak tahta çıkan şehzade “irsal-i lihye” adı verilen bir törenle sakal bırakırdı.
10 SORUDA RİSK DEĞERLENDİRMESİ
1-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ NEDİR?
Tanım olarak risk değerlendirmesi “işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli” çalışmalar olarak İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer almaktadır. İş sağlığı ve güvenliği çalışmalarının merkezinde iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi, çalışanların ruh ve vücut bütünlüğünün korunması yatmaktadır. Bu noktada işyerinde var olan veya işyeri dışından gelebilecek muhtemel tehlikelerin belirlenmesi ve ortaya çıkabilecek risklerin analiz edilerek gerekli önlemlerin alınması büyük önem arz etmektedir.
2-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ YAPMANIN AMACI NEDİR?
Risk değerlendirmesi yapmanın temel amacı işyerinde iş kazası veya meslek hastalığına yol açabilecek risklerin belirlenmesi ve söz konusu risklerin herhangi bir can veya mal kaybına sebep olmadan önce gerekli önlemlerin alınmasıdır. Risk değerlendirmesinin işverene sağlayabileceği yararlar şu şekilde sıralanmaktadır; iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda meydana gelebilecek can ve mal kaybının önüne geçilmesi, çalışanlara güvenli ve sağlıklı çalışma ortamının temin edilmesi, iş kazalarının önüne geçerek işverenin toplum nazarında imajının ve itibarının korunması, en üst düzeyde yönetici ile en alttaki çalışanı aynı paydada buluşturması ve fikir alışverişini sağlanması.
3-) RİSK DEĞERLENDİRMESİNİN MEVZUAT DAYANAĞI NEDİR?
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 10’nuncu maddesine göre “İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür”. Risk değerlendirmesinin esas amacı çalışanların ruh ve vücut bütünlüğüne zarar verebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerden doğabilecek risklerin analiz edilmesidir. İşverenin sadece risk değerlendirmesi yapmak ile sorumluluğu sonlanmamaktadır. İşveren“risk değerlendirmesi sonucu alınacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ile kullanılması gereken koruyucu donanım veya ekipmanı” (6331 sayılı Kanun m.10/2) belirlemelidir. Görüldüğü risk değerlendirmesi yapmak esas itibariyle bir amaç değil; işyerinde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi için bir araçtır. Bu noktada risk değerlendirmesi yapılması sadece mevzuattan kaynaklanan bir yükümlülük olarak görülmemeli ve büyük bir dikkat ve özenle yerine getirilmelidir. Sadece mevzuattan kaynaklanan bir yükümlülükten kurtulmak amacıyla yeterli özen ve dikkat gösterilmeyerek hazırlanan risk değerlendirmesinin amacına hizmet etmeyeceği aşikârdır.
İşyerinde yapılan risk değerlendirmesi göz önünde bulundurularak alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri kararlaştırılmalıdır. İşyerinde uygulanacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, çalışma şekilleri ve üretim yöntemleri; çalışanların sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini yükseltecek ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanabilir nitelikte olmalıdır. (6331 sayılı Kanun m.10/3) 6331 sayılı Kanun kapsamında işverene yüklenen sorumluluk salt manada risk değerlendirmesi yapmak değildir. İşveren risk değerlendirmesi sonucu alması gereken tedbirleri belirlemeli ve bu tedbirlerin işyeri organizasyonu içerisinde uygulanabilir nitelikte olmasını sağlamalıdır.
Risk değerlendirmesi yapılırken işyeri bir bütün olarak ele alınmalıdır. Aynı işyerinde birden fazla işverenin bulunması durumlarda her işverenin ayrı ayrı risk değerlendirmesi yapması gerekmektedir. İş Sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 15’inci maddesine göre alt işverenlik ilişkisi kurulan işyerlerinde sadece asıl işverenin risk değerlendirmesi yapması yeterli olmayıp her alt işverenin yürüttükleri işlerle ilgili olarak risk değerlendirmesi yapma zorunluluğu vardır. Söz konusu hüküm kapsamında asıl işveren kendi sorumluluk alanı ile ilgili alt işverenlerin risk değerlendirmesi çalışmalarında ihtiyaç duyduğu bilgi ve belgeleri vermeli, alt işverence yürütülen risk değerlendirmesi çalışmalarını denetlemeli ve bu konudaki çalışmaları koordine etmelidir. Bununla beraber asıl işveren kendi risk değerlendirmesiyle alt işverenin hazırlamış olduğu risk değerlendirmelerini birleştirmek ve risklerin bertaraf edilmesi için alınacak tedbirlerin uygulanmasını izlemek ve denetlemekle yükümlüdür.
4-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ KİMLER TARAFINDAN YAPILIR?
İşveren risk değerlendirmesini kendi yapabileceği gibi dışarıdan hizmet da alarak yapabilir. Esas itibariyle risk değerlendirmesi çalışmaları işyerinde kurulacak bir ekip tarafından yürütülmelidir. Risk değerlendirmesi ekibinde;
İşveren veya işveren vekili
İş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi,
İşyerindeki çalışan sayısının 2 ve üzerinde olması halinde çalışan temsilcisi,
İşyerinde görevlendirilen destek elemanları,
İşyerinin bölümlerinden homojen bir şekilde seçilmiş işyerinin riskleri ile ilgili bilgiye sahip çalışanlar bulunması gerekmektedir.
İşveren iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini yürütmek için iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi istihdam edebileceği gibi söz konusu hizmetleri OSGB’den (ortak sağlık ve güvenlik birimi) alabilir. OSGB’den hizmet alınması durumunda risk değerlendirme ekibine İSG Katip üzerinden işyerinde görevlendirilen iş güvenliği uzmanın ve işyeri hekimin katılması gerekmektedir. Bilindiği gibi kamu kurumları ile 50’den az çalışanı bulunan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinin 01.07.2016 tarihine kadar iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi istihdam etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Söz konusu işyerleri İş Sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin geçici 1’inci maddesine göre risk değerlendirmesi ekiplerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirmek zorunda değildir. Kamu kurumları ve 50’den az çalışanı bulunan az tehlikeli işyerleri söz konusu hüküm kapsamında iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurmaksızın risk değerlendirmesi ekibi oluşturabilir ve risk değerlendirmesi yapabilir. Risk değerlendirmesi faaliyetleri büyük ölçüde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi tarafından yürütülmektedir. Uzman ve hekim bulundurmaksızın kurulan risk değerlendirmesi ekibinin sağlıklı bir şekilde çalışamayacağı aşikârdır. Bu durumda uzman ve hekim istihdam etme zorunluluğu bulunmayan işyerlerinin risk değerlendirmesi yükümlülüğünü dışarıdan hizmet alarak yerine getirmeleri veya uzman ve hekim bulunmaksızın kurulan ekipte yer alanların risk değerlendirmesi yapılmasına yönelik eğitim almalarının sağlanması gerekmektedir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini düzenleyen 6’ıncı maddesine göre 10’dan az çalışanı bulunan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerinde işveren veya işveren vekili Çalışma Bakanlığınca ilan edilen eğitimleri tamamlaması şartıyla iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini kendi yürütebilir. Bu kapsamda işveren veya işveren vekili “İşyerlerinde İşveren veya İşveren Vekili Tarafından Yürütülecek İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetlerine İlişkin Yönetmeliğin Ek-I’de yer alan eğitimleri tamamlaması şartıyla risk değerlendirmesi yükümlülüğünü kendisi yerine getirebilir. İşveren veya işveren vekilinin eğer iş güvenliği uzmanı veya iş yeri hekimi sertifikasına sahip olması durumunda söz konusu eğitimleri almasına gerek yoktur.
5-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ NASIL YAPILIYOR?
Risk değerlendirmesi esas itibariyle işyerinin kuruluş veya tasarım aşamasında başlaması ve İş Sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 7’inci maddesine göre aşağıdaki aşamaları içermesi gerekmektedir;
Tehlikeleri tanımlanması
Riskleri belirlenmesi ve analiz edilmesi,
Risk kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması,
Risk değerlendirmesinin doküman haline getirilmesi,
Yapılan çalışmaların güncellenmesi ve gerektiğinde yenilemesi
Görüldüğü gibi risk değerlendirmesi işyerinde sadece bir kere yapılarak yerine getirilebilen bir yükümlülük olmayıp süreklilik arz eden bir süreçtir. Bu süreç içerisinde işyerinde var olan veya dışarıdan gelebilecek tehlikeler belirlenmeli, belirlenen tehlikelerden hangi risklerin ortaya çıkabileceği ortaya koyulmalı, daha sonra çeşitli yöntemler ile söz konusu risklerin oluşma olasılığı, zarar verme düzeyi ve mevcut önlemlerin yeterliliği analiz edilmelidir. Yapılan analiz sonucu mevcut önlemlerin yeterli olmadığı ve ek tedbirlerin alınması gerektiği sonucu ortaya çıkması durumunda yeni önlemler alınmalıdır. Yeni önlemler alındıktan sonra tekrar aynı adımlar tekrarlanmalı ve bu süreç tespit edilen risklerin tamamen ortadan kalkıncaya veya her hangi bir iş kazası veya meslek hastalığına yol açmayacak kabul edilebilir risk seviyesine inene kadar tekrarlanmalıdır.
Risk değerlendirmesi yapıldıktan sonra alınacak önlemlerin etkinliği ve amaca uygunluğu büyük ölçüde karar alma aşamasında hazırlık olarak mümkün olduğunca bilgilerin toplanması ve mevcut durumun kapsamlı aydınlatılmasına bağlıdır. Çalışanların edinmiş oldukları tecrübeler, yapılan işi, o işin risklerini iyi bilmeleri ve bizzat iş sağlığı ve güvenliği çalışmalarının merkezinde olmaları alınacak olan kararlarına katkıda bulunmaları noktasında değerlidir. Bu kapsamda İş Sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 7’inci maddesinin devamında “Çalışanların risk değerlendirmesi çalışması yapılırken ihtiyaç duyulan her aşamada sürece katılarak görüşlerinin” alınmasının gerektiğine yer verilmiştir. İşveren risk değerlendirmesi çalışmalarına işyerinde iş kazası veya meslek hastalığına yol açabilecek risklerin merkezinde bulunan çalışanları dâhil etmekle yükümlüdür. İşverenin risk değerlendirmesi yapılırken çalışanların görüşlerini alma yükümlülüğünün yanı sıra “iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışma ortamına ve çalışanların bu ortamda maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmaların yapılmasını” (6331 sayılı Kanun m.10/4) sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu kapsamda işveren işyerinde toz, gürültü, titreşim vb. ölçümler yaptırmalı, iş sağlığı ve güvenliği yönünden yapılan denetim raporlarını dikkate almalı ve çalışanların uğrayabileceği muhtemel iş kazaları ve meslek hastalıkları üzerine yapılan inceleme ve araştırmaları göz önünde bulundurmalıdır.
6-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ YAPILIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Bilindiği gibi işyerinde mevcut olan veya dışarıdan gelebilecek tehlikeler her çalışan için aynı düzeyde risk arz etmez. Hatta bazı durumlarda tehlikesiz olarak görülen iş ve işlemler belli özellikteki çalışanlar için iş kazasına veya meslek hastalığına yol açabilir. Örneğin sağlıklı genç çalışanlar için gerekli önlemler alınmak kaydıyla yüksekte çalışma düşük kaza riski içerirken kalp rahatsızlığı olan veya hiper tansiyonu bulunan çalışanlar için yüksek kaza riski taşır. Aynı şekilde uzun süreler ayakta durmak normal çalışanlar için her hangi bir kaza riski oluşturmazken gebe, emzikli veya yaşlı çalışanlar gibi özel politika gerektiren çalışanlar için tehlike oluşturabilir. Bu noktada risk değerlendirmesi sürecinde sadece riskleri belirlemek yeterli olmayıp aynı zamanda bu risklerden etkilenecek çalışanların durumu da dikkate alınması gerekir. Aynı şekilde üretim organizasyonu içerisinde özel politika gerektirenle beraber kadın çalışanların görevlendirildiği iş ve işlemler göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kapsamda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 10’nuncu maddesine göre işveren risk değerlendirmesi yükümlülüğünü yerine getirirken aşağıdaki hususlara dikkat etmesi gerekir;
Belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumu.
Kullanılacak iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimi.
İşyerinin tertip ve düzeni.
Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu.
7-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ SADECE BİR KERE YAPILMASI YETERLİ MİDİR?
İşyeri yaşayan bir organizma gibidir, bünyesinde sürekli olarak değişimler ve başkalaşımlar meydana gelir. İşyeri bünyesinde meydana gelen değişimler yeni risklerin ortaya çıkmasına, mevcut risklerde değişikliklerin meydana gelmesine ve bazılarının ortadan kalkmasına sebep olur. Değişen tehlike ve riskler karşısından İşverenin risk değerlendirmesini bir kere hazırlaması yeterli olmayıp belirli koşullar altına risk değerlendirmesini kısmen veya tamamen yenilemesi gerekmektedir. İşveren işyerinde yaşanan değişimler ve başkalaşımlara karşı iki farklı aşamada risk değerlendirmesini tekrardan ele almak ve yenilemekle yükümlüdür.
İlk aşama işyeri çalışma koşullarında isteyerek veya zorunluluktan meydana gelen bazı değişikliklerin ve olayların işyerinde bulunan riskleri etkilemesi veya yeni riskleri doğurmasıdır. Bu durumda işyerinde var olan veya yeni ortaya çıkan tehlikeler tekrardan ele alınmalı, söz konusu tehlikelerden kaynaklı riskler analiz edilmeli ve risk değerlendirmesi kısmen veya tamamen yenilenmelidir. Söz konusu durumlar işyerinin taşınması veya binalarda değişiklik yapılması, işyerinde uygulanan teknoloji, kullanılan madde ve ekipmanlarda değişiklikler meydana gelmesi, üretim yönteminde değişiklikler olması, iş kazası, meslek hastalığı veya ramak kala olay meydana gelmesi, çalışma ortamına ait sınır değerlere ilişkin bir mevzuat değişikliği olması, çalışma ortamı ölçümü ve sağlık gözetim sonuçlarına göre gerekli görülmesi, işyeri dışından kaynaklanan ve işyerini etkileyebilecek yeni bir tehlikenin ortaya çıkması şeklinde sıralanmaktadır. (Risk Yön. madde 12/2) İkinci aşama periyodik değerlendirmedir. Yukarıda saymış olduğumuz durumlar haricinde işyeri bina ve eklentileri, iş ekipmanları üretilen mal veya hizmetten ötürü zamanla yıpranmakta ve eskimekte, çalışma koşulları değişmekte ve bu durum çalışanlar için yeni riskler ortaya çıkmaktadır. Mal veya hizmet üretiminin zamanla ortaya çıkarmış olduğu bu tahribat nedeniyle risk değerlendirmesi tehlike sınıfına göre çok tehlikeli, tehlikeli ve az tehlikeli işyerlerinde sırasıyla en geç iki, dört ve altı yılda bir gözden geçirilmeli ve yenilenmelidir. (Risk Yön. madde 12/1)
😎 RİSK DEĞERLENDİRMESİNDE NELER OLMALIDIR?
İş Sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 11’inci maddesine göre işveren risk değerlendirmesi çalışmalarının doküman haline getirilmeli ve işyerinde arşivlemelidir. Risk değerlendirmesi dokümanı yazılı halinin yanı sıra elektronik ve benzeri ortamlarda hazırlanarak saklanabilir. Risk değerlendirmesi çalışmalarında yapılan faaliyetler aşağıdaki hususları içerecek şekilde rapor haline getirilir;
İşyerinin unvanı, adresi ve işverenin adı,
Gerçekleştiren kişilerin isim ve unvanları ile bunlardan iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi olanların Bakanlıkça verilmiş belge bilgileri,
Gerçekleştirildiği tarih ve geçerlilik tarihi.
Risk değerlendirmesi işyerindeki farklı bölümler için ayrı ayrı yapılmışsa her birinin adı.
Belirlenen tehlike kaynakları ile tehlikeler.
Tespit edilen riskler.
Risk analizinde kullanılan yöntem veya yöntemler.
Tespit edilen risklerin önem ve öncelik sırasını da içeren analiz sonuçları.
Düzeltici ve önleyici kontrol tedbirleri, gerçekleştirilme tarihleri ve sonrasında tespit edilen risk seviyesi.
Risk değerlendirmesi dokümanının sayfaları numaralandırılarak; gerçekleştiren kişiler tarafından her sayfası paraflanıp, son sayfası imzalanır ve işyerinde saklanmalıdır. Risk değerlendirmesi raporunun hazırlanmasından sonra herhangi bir kuruma verilmesi veya onaylatılması gibi her hangi bir mecburiyet bulunmamaktadır. İşveren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerince yapılan teftişlerde gerekmesi durumunda risk değerlendirmesi raporunu ibraz etmekle yükümlüdür. Risk değerlendirmesi raporu yasal yükümlülükten kurtulmak için hazırlanan sadece iş müfettişleri geldiğinde gösterilen ve daha sonra bir köşede saklanan doküman olarak görülmemesi gerekmektedir. Risk değerlendirmesi işyerinin başucu kitabı gibi sürekli olarak ele alınmalı, riskler kontrol edilmeli ve çalışma ortamını sürekli iyileştirici faaliyetlerde bulunulmalıdır.
9-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ YAPMAMANIN CEZASI NEDİR?
Risk değerlendirmesi yapmayan veya yaptırmayan işverenlere yüksek idari para cezaları uygulanmakta hatta bazı işyerlerinde işin durdurulması yaptırımı uygulanmaktadır. Risk değerlendirmesi yapmayan işverene 3906 TL idari para cezası uygulanmakta eğer işveren risk değerlendirmesi yapmamakta ısrar ederse her ay 5.859 TL idari para cezası uygulanmaya devam etmektedir. Bilindiği gibi 6645 sayılı torba yasa ile yapılan düzenleme ile 6331 sayılı kanunda yer alan idari para cezaları işyerinin tehlike sınıfına ve istihdam ettiği çalışan sayısına göre belli oranlarda arttırılarak uygulanmaktadır. Bu kapsamda aşağıda işyeri tehlike sınıfı ve çalışan sayışına göre işverene ne kadar idari para cezası uygulanacağını buradan öğrenebilirsiniz :İPC 2016
İdari para cezalarının yanı sıra söz konusu Kanunu’nun 25’inci maddesi kapsamında risk değerlendirmesi yapmayan maden, metal ve yapı işleri ile tehlikeli kimyasallarla çalışılan işlerin yapıldığı veya büyük endüstriyel kazaların olabileceği işyerlerinde, işin tamamen durdurulması söz konusudur.
Görüldüğü gibi risk değerlendirmesi yapmayan işverenin yüksek idari para cezaları ödemesi ve işyerinin mühürlenerek işin tamamen durdurulması söz konusudur. Bu noktada işverenin risk değerlendirmesini büyük bir özen ve dikkatle yapması veya yaptırması gerekmektedir.
10-) RİSK DEĞERLENDİRMESİ YAPILDIKTAN SONRA NELER YAPILMALIDIR?
Risk değerlendirmenin hazırlanması işyerinde güvenli bir çalışma ortamının sağlanması için atılacak ilk adımdır. Daha önce dile getirdiğimiz gibi risk değerlendirmesi marifetiyle işveren karşılaşabileceği muhtemel iş kazalarını ve meslek hastalıklarını belirlemiş olur. Risk değerlendirmesiyle tespit edilen muhtemel tehlikelerin ve bu tehlikelerden doğabilecek risklerin bertaraf edilmesi amacıyla işveren gerekli önlemlerle beraber kullanılması gereken koruyucu donanımları veya ekipmanları belirlemelidir. (İSG Kanun m.10/2) İşveren alınması gerekli önlemler olarak risk oluşturmayan veya daha az risk oluşturan üretim yöntemlerini, kimyasal maddeleri, makine ve teçhizatları tercih etmeli, mevcut olanları daha güvenli hale getirmek için tekrardan ele alarak güvenlik zafiyetlerini gidermeli veyahut yeniden tasarlamalıdır. Tehlikeler alınan önlemlerle engellenemiyorsa risk oluşturan kısımlar izole edilmeli ve çalışanlara risklerden kaçınmaları için gerekli eğitimler verilmelidir. Saymış olduğumuz önlemler bir aksiyon planı dâhilinde kim tarafından ve ne zaman yerine getirileceği risk değerlendirmesinde belirtilmesi gerekmektedir.
İş müfettişleri tarafından yapılan denetimlerde muhtemel risklerin tespit edilmesine rağmen aksiyon planın hazırlanmasında genellikle hata yapıldığı anlaşılmaktadır. En yoğun yapılan hata ise çoğu zaman aksiyon planında riskleri ortadan kaldıracak önlemler yerine “güvenli çalışma talimatı hazırlama” veya “çalışanlara eğitim verme” gibi geçiştirici önlemlere yer verildiği görülmektedir. Durumu örneklemek gerekirse bir elektrik kablosunun yalıtkan kısmı sıyrılmışsa, akım geçen kısmı çıplaksa ve kaçak akım rölesi mevcut değilse işçiye eğitim verilmesi veya verilmemesi arasında hiçbir fark yoktur. İşveren sadece eğitim vermek yerine elektrik kablosunun izolasyonunu sağlamalı ve sistemine kaçak akım rölesi tesis etmelidir. Yargıtay’ın da vurguladığı gibi tehlikenin kaynağı ile mücadele etmek yerine sadece çalışana eğitim vererek alınması gerekli tedbiri çalışanın dikkatine ve inisiyatifine bırakmamalıdır[Yargıtay 10.HD 17.04.1984 tarih, 2029/2140 Sayılı Kararı].
Risk değerlendirmesi sürecinin dokümantasyonu ile ilgili olarak Risk Değerlendirmesi Yönetmeliği madde 11’e uygun bir şekilde rapor haline getirilmesi ve işyerinde saklanması yeterli olmakta herhangi bir kuruma verilmesi veya onaylatılması mecburiyeti bulunmamaktadır. Risk değerlendirmesi raporu yasal yükümlülükten kurtulmak için hazırlanan sadece iş müfettişleri geldiğinde gösterilen ve daha sonra bir köşede saklanan doküman olarak görülmemesi gerekmektedir. Risk değerlendirmesi işyerinin başucu kitabı gibi sürekli olarak ele alınmalı, riskler kontrol edilmeli ve çalışma ortamını sürekli iyileştirici faaliyetlerde bulunulmalıdır.