Sayfa : [ 1 ] – [ 2 ] – [ 3 ] – [ 4 ] – [ 5 ] – [ 6 ] – [ 7 ] – [ 8 ] – [ 9 ] – [ 10 ] – [ 11 ] – [ 12 ]
10 SORUDA E-TİCARET
1-) YENİ ÖDEME SİSTEMİ VE ELEKTRONİK ÖDEME NE DEMEK?
2000’li yıllara kadar ödeme yapabilmek için kağıt para, çek, senet kredi kartı gibi ödeme araçları kullanılırken, artık internet ve mobil teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte bu teknolojileri kullanan yeni ödeme sistemleri ortaya çıktı. Bugün 90 kadar farklı ödeme sistemi var (örneğin Sanal Pos, Elektronik Para) ve bunun önümüzdeki 5 yılda 150 türe ulaşacağı tahmin ediliyor.
Elektronik para, yalın tanımıyla internet üzerinden para transferini mümkün kılan ödeme sistemlerine verilen isim. Diğer bir deyişle elektronik para fiziki olarak mevcut olmayan, aksine elektronik formdaki, bir para değerine sahip olan dijital veridir.
Elektronik para gerçek hayatta nakit karşılığı olan bir elektronik para birim (buna teknik olarak para ihraç demek deniyor). Bu para birimi mobil cihaza ve karta yüklenebiliyor. Yeni kanun böylece hem tüketiciyi koruyor hem e-paraya izin veriyor.
2-) 6493 SAYILI KANUN NEDEN ÇIKARILDI?
Sanal POS ve elektronik para bugüne kadar yasal olarak düzenlenmemişti. Şimdi 6493 sayılı kanunla düzenlendi. Bu mevzuatın amacı tüketiciyi korumak, tüketicinin bankacılık işlemlerini korumak. Online ödemenin temel amacı e-ticaret firmasının iflas etmesi veya hizmetlerini sonlandırması ve satın alınan malı gönderememesi gibi durumlarda tüketicinin ödediği parayı korumak.
Yeni ödeme sistemlerinin yaygınlaşması ile birlikte, ülkenin para kaynaklarının ve tüketici/kullanıcıların mağdur olmalarının engellenmesi için düzenlemeler yapıldı ve lisans yoluyla güvenli firmaların tanımlanması mümkün oldu.
3-) E-TİCARET AÇISINDAN 6493 SAYILI KANUN HANGİ İHTİYAÇLARA CEVAP VERİYOR?
6493 No’lu Kanun Türkiye’de faaliyet gösteren ödeme kuruluşları ve elektronik para kuruluşlarının yetkilendirilmesi ve faaliyetleri ile ödeme hizmetleri ve elektronik para ihracına ilişkin usul ve esasları düzenleyen şartları içeriyor.
Ancak bu kanunun getirdiği özelliklerden en önemlisi Türk tüketicilerini elektronik para ve ödeme sistemlerine karşı koruma altına alıyor olması. Bunu da, firmaların lisans almasını sağlayarak yapıyor.
4-) KANUN TÜKETİCİYİ VE E-TİCARET SİTELERİNİNMÜŞTERİ KAZANMAYA YÖNELİK İTİBARINI NASIL KORUYOR?
Eskiden sanal POS çözümlerini ve American Express’te olduğu gibi kısmi e-para çözümlerini bundan önce sadece bankalar sunabiliyordu. E-ticaret satıcılarına üye işleri çözümleri sunan diğer online ödeme firmalarının buna bankası yoktu. Açıkçası Türkiye’nin tanınmış online ödeme sağlayıcıları dahil hiçbirinin statüsü belli değildi. 2004 yılından beri bu firmalar var, ama teknik şartları ve hukuki altyapısı düzenlenmemişti.
Kısacası olay firmaların vicdanına kalmıştı ve marka itibarını koruma motivasyonlu etik kurallar çerçevesinde yürüyordu. 2010’da AB direktifi ve 2013’te Türkçeye çevrilmiş haline göre düzenlenen yeni kanunla sektör düzenlendi.
Noktadan noktaya para transferi, ödeme hizmetleri sağlayıcısı, e-para ihraç etme ve fatura ödeme noktaları (kanunla bu özellikle düzenlendi). E-para bu bağlamda sizden aldığım para karşılığında bunu temsil eden bir tür kontör. Bunu hesabınıza, kartınıza, cihazınıza yüklüyorsunuz.
Şimdi Kanunun koruma sistemi, bu alanda çalışan firmalara “lisans verme” yoluyla oluyor. Lisans verilen firmalar bazı koşulları yerine getiriyor. Bunlar şöyle sıralayabiliriz:
- Firmaların organizasyon yapısı, finansal durumu, ortakları ve onların geçmişleri, faaliyet alanları, risk yönetim sistemleri kontrol ediliyor.
- Ödeme sistemleri kuruluşlarının yapacakları işlemler tanımlanıyor.
- Şirketin bilgi sistemleri denetleniyor.
- İşlem yapacak firmaların sunucularının Türkiye sınırları içinde olması gerekiyor. Böylece sıkıntılı işlemlerde, tüketicilerin hukuk yoluna başvurması durumunda, sorunlar daha rahat ve hızlı çözülebiliyor.
5-) PEKİ VATANDAŞ NEDEN KREDİ KARTI VARKEN E-PARA KULLANSIN?BUNDAN KAZANCI NE?
Önce kısaca sıralayalım, ardından detaylara girelim:
- Güvenli alışveriş yapmış oluyorlar (hem kart üzerindeki parasının 6493 güvencesine alınmış olması hem de bu kartlarla alışveriş yapılan noktaların güvenli olması nedeniyle)
- Harcamalarını online olarak takip ederek bunları yönetebiliyorlar.
- TurkPOS ve PARAM’ın kullanıcılarına sunduğu ilave indirim ve hediye ürünlerden yararlanıyorlar.
Tüketicinin e-para kullanıp kullanmama konusunda sorması gereken ilk soru bu. Çünkü biz sizden aldığımız 100 TL’yi size 105 TL olarak harcattırıyoruz. Kâr elde ediyorsunuz.
Örnek vereyim: Kart çıkaran ve üye işleri sağlayanlar var. Kart çıkaran bankalar bonus vb. çözümler sunuyor. Bunusun geçerli olduğu işletmeler var. Bonus anlaşmalı yerlerden alışveriş edince banka kartınıza yüklenecek para kazanıyorsunuz. Bu kampanyalı oluyor. 4 kez 100 TL alışveriş yapana 40 TL veririm gibi.
Ancak, bankaların tüketici açısından bazı bonus dezavantajları var. Kendi kârları açısından bonus kazanmaya sınırlama getiriyorlar. Örneğin, yukarıda kampanyadan devam edersek aynı gün 4 ayrı yerden 100 TL alışveriş yaparsan 40 TL veririm diyorlar.
Paramla öderim, daha az öderim
E-parada, bizim markamız olan Param’da böyle sınırlamalar yok. Bizim anlaşmalı olduğumuz Damat gibi markalarda kullanıcı Param’la ödediği zaman, satın aldığı mala daha az ödemiş oluyor. Bunun için şu kadar alışveriş, şu kadar alışveriş tutarı gibi bir sınırlama yok.
Hatta kasiyer kredi kartıyla ödesenize diyebiliyor, ama Param tüketici için her zaman indirim yaptığından daha avantajlı. Sonuç olarak bonus kazansanız bunu ancak ileriki alışverişlerde kullanabiliyorsunuz. Hem o an size kazancı yok hem de alışverişlerinizde aslında indirim yapılmıyor. Bizde ise anında indirimli alışveriş yapıyorsunuz.
E-ticaret şirketine müşteri buluyoruz
Üstelik bu daha başlangıç: Diyelim ki Damat’tan müşteri bağlılığı programı çerçevesinde zaten indiriminiz var. Bir de üstüne Param indirimi alıyorsunuz. Böylece 500 TL’lik ürün size 320 TL’ye geliyor.
Peki, marka neden Param kullananlara bu indirimi sağlıyor? Çünkü biz markaya dönüşüm oranı yüksek, alakalı hedef kitle verileri sunuyoruz. Bir anlamda bu veriler sayesinde markanın satış yapma şansını artırıyoruz. Çünkü sosyal medya, arama motoru vb. reklamlarda markayla ortak reklam vererek, yani ikimizi birden tanıtarak markanın alakalı hedef kitleye ulaşmasını kolaylaştırıyoruz.
Sana kendi müşteri kitlemizi getiririz diyoruz (avukat, hakim, savcı her kimse) ve soruyoruz: Bunlara ne kadar indirim yaparsın? Marka diyor ki yüzde 10 yaparım. Biz de diyoruz ki yüzde 12 yap, 2’sini biz alalım. Böylece bir kazan kazan durumu yaratıyoruz.
Zaten bizim görevimiz elektronik olarak ödeme yapılan hizmetlere aracılık etmek, güvenli aracılık etmek. E-para işte bu açıdan e-ticaret sitelerine, özellikle de pazar yerlerine fayda sağlıyor. Çünkü ödeme hizmet sağlayıcısı olarak sanal POS ile e-para kullanıyoruz.
6-) DİĞER ONLİNE ÖDEME FİRMALARINDAN FARKINIZ NE?
Birkaç kalemde sıralayalım:
- 27 Haziran 2015 itibariyle yürürlüğe giren 6493 sayılı kanun çerçevesinde “yeni nesil ödeme sistemleri” konusunda BDDK’ya ilk başvuran ve 27 Ağustos 2015 tarihi itibariyle lisans alan firmayız. BDDK’dan aldığımız lisans da firmamızın bu alandaki tecrübe ve sisteminin güvenliğinin işareti.
- Sahip olduğumuz lisans sayesinde tüketici güvenliği sağlanıyor.
- Kendi teknolojimizi 2004’den beri geliştiriyoruz. Bu teknoloji üzerinden bugüne kadar 2 milyar TL’ye yakın iş hacmi gerçekleştirdik. Tamamen yerli teknoloji kullanıyoruz.
- Bu haliyle AvukatKart ve Barokart’ın arkasındaki teknoloji olduğunu söyleyebiliriz. Bugün 90 bin avukat UYAP harçlarını bu teknoloji ile ödüyor.
- Akıllı Avukat Kimlik kartı ile elektronik cüzdanı birleştiren proje olan BaroKart üzerinden yaklaşık 1 milyar TL ödeme işlemi gerçekleştiriliyor.
“Müşteri bilgilerini Türkiye’deki güvenli sunucularda tutuyoruz”
Şirket olarak kullanıcılarla e-ticaret sitesi arasındaki en güvenli noktayız ve hem Param hem de diğer banka kartları için sanal POS hizmeti veriyoruz. Buna sahtecilik önleme sistemi ve sunucu güvenliği dahil.
Nitekim BDDK ödeme işlemleriyle ilgili olarak müşterinin banka hesabı bilgilerinin güvenlik ve gizlilik gerekçesiyle Türkiye’deki sunucularda tutulmasını gerektiren yönetmeliği değiştirmedi. Böylece biz sanal POS, online ödeme ve e-para sağlayıcıları da müşteriye gerçekten güvenli ödeme hizmetleri sunma gücüne kavuştuk. Yurt dışı menşeli ödeme sağlayıcıları ise bu garantiyi veremiyor.
Yeni kanun tüketiciyi koruyor
Kanun bu konuda tüketiciye büyük fayda sağlıyor. Çünkü ödeme sağlayıcısının kötü niyetli olması ve dükkanı kapatıp çekip gitmesi durumunda bunu nitelikli dolandırıcılık olarak değil, zimmete para geçirme gibi online ödemeye özel suçlarla düzenliyor.
Sonuç olarak kanun ve yönetmeliklere uygun işletme sertifikasını almış tescilli şirketimizin e-para ile Sanal POS çözümleri yasal mevzuata uygunluk açısından tüketiciye ek güvenlik sağlıyor. Aynı zamanda sunucularımız Türkiye’de ve devlete vergi ödüyoruz. Ayrıca elektronik para sağlayıcısı olarak tüketiciden yıllık işlem ve kart işletim ücreti almıyoruz.
İlgili yazı: E-ticaret için mobil pazarlama rehberi
7-) ONLİNE ÖDEME SEKTÖRÜNÜN SIKINTILARI NELER?ŞİRKET OLARAK HANGİ ALANLARDA DEVLETTEN KOLAYLIK BEKLİYORSUNUZ?
Bunu tek kelime ile ifade edebilirim: KDV. Bankalarla eşit şartlarda çalışarak e-ticaret şirketleriyle tüketiciye daha rekabetçi fiyatlar vermek istiyoruz.
Çünkü bankalarla aramızda bir fark var: Biz KDV’ye tabiiyiz. Nasıl ki bankalar gibi müşterilerin hesap bilgilerinin barındırıldığı sunucuları korumak için silahlı güvenlik görevlisi bulunduramıyoruz, aynı zamanda KDV konusunda da zorlanıyoruz.
Oysa gelir vergisi düzenlemeleri açısından bankalar gibi BSMV’den (banka sigorta muamele vergisi) yararlanarak harcamalarımızın vergilendirilmesi konusunda onlarla aynı rekabet şartlarına sahip olmak istiyoruz. Çünkü banka bunları yüzde 5 ile yaparken biz yüzde 30 ile yapıyoruz.
😎 ELEKTRONİK PARA VE YENİ ÖDEME SİSTEMLERİE-TİARET FİRMALARINA NELER SAĞLIYOR?
E-ticaret şirketlerine PARAM ve TurkPOS kullanmaları durumunda birçok avantaj sağlıyoruz. Kısaca sıralayacak olursak:
- 13 banka ve 6 kredi kart cinsi ile bir kerede anlaşarak hepsinin taksitli ya da diğer kampanyalarını kullanıyorlar
- Bankaların aksine, herhangi bir teminat verme zorunluluğu olmuyor.
- 6 saatte başvuru ve kurulum kolaylığından yararlanıyorlar.
- Yönetiminde sorun yaşamıyorlar. Yönetimi tamamen Turk Elektronik Para üstleniyor.
- Daha düşük komisyon alıyoruz.
- Tahsilatın takibini ve raporlamasını kolaylaştırıyoruz
- Mobil ödeme imkanı da sunuyoruz.
9-) PAYPAL GİBİ ÇOK ULUSLU FİMALARIN REKABET DURUMU NE?
Yeni kanunun getirdiği koşullar bir hayli zorlamalı. Bunların içinde örneğin Türkiye’de sunucularının olma şartı gibi maddeler çok uluslu firmaları zorluyor. Yurtiçindeki pek çok firma da sadece bu şartlar nedeniyle oyun dışı kalmış durumda.
Dolayısıyla Türkiye doğru zamanda gösterdiği bir yaklaşımla 6493 sayılı kanunu çıkartarak tüketicilerinin güvenliğini kontrol altına aldı. Bu kanun ülkemizde kendisine oyun alanı arayan dolandırıcı firmaları saf dışı bıraktı.
10-) ŞİRKETİNİZ VE PARAM MARKASININ ÖYKÜSÜ NEDİR?
TURK Elektronik Para A.Ş. 6493 sayılı Kanun çerçevesinde BDDK’ya ilk lisans başvurusunu yaptı. Böylece lisans aldık ve faaliyet izni Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra, işletmeler ve bireysel kullanıcılar için güvenli ve tüm mevzuatlara uygun olarak elektronik paranın ihraç edilmesini sağladık. Sunduğumuz ödeme çözümleri ile ön ödemeli akıllı kimlik kartlarının, finansal bir altyapı yla kullanılmasını sağlıyoruz.
Turk Elektronik Para A.Ş., ARGE’sini 2004’den bu yana gerçekleştirdiği teknolojisiyle halen Barokart, AdaletKart ve Platin Kart hizmetlerini sunmaktadır. Bugüne kadar sunulan “Temassız Akıllı Kartlar” ve benzersiz ödeme altyapısı ile azımsanamayacak miktarda ödeme işlemine aracılık ettik. Akıllı Avukat Kimlik kartı ile elektronik cüzdanı birleştiren proje olan BaroKart üzerinden yaklaşık 1 milyar TL ödeme işlemi gerçekleştirildi. Sayılarla konuşacak olursak:
Turk Elektronik Para A.Ş. ürünlerinden PARAM, 1 Ekim 2015 itibariyle 288.589 kişi tarafından 16.478.823 adet işlem için kullanıldı ve toplam 1,8 milyar TL işlem hacmine ulaştı.
10 SORUDA ELEKTOROMAYETİK ALANLAR
1-) ELEKTROMANYETİK RADYASYON NEDİR?
EM Radyasyon, veya ışıma, evrendeki en temel enerji biçimlerinden biridir. Yaşadığımız ortam her zaman EM radyasyonla doludur. Evimizdeki elektrik kabloları radyo dalgaları üretir. Yaktığımız mum veya ampul görünür ışık üretir. Sıcak bir cisim olan vücudumuz kızılaltı radyasyon yayar.
Bunların hepsinin altında aynı fizik prensipleri yatar. Elektromanyetik radyasyon bir dalgadır; uyum içinde hızla dalgalanan elektrik ve manyetik alanların bileşimidir. Farklı EM radyasyon tipleri sadece frekanslarıyla ayırt edilir. Frekans, elektrik ve manyetik alanların saniyede kaç kere değiştiğini ölçer. Aşağıdaki grafik, farklı frekansların hangi tip radyasyona karşılık geldiğini gösteriyor.
EM radyasyon yaratmak kolaydır. Elektrik yüklü parçacıkların, sözgelişi elektronların ivmelenmesi ile üretilebilir. Meselâ plastik bir kalemi saçınıza sürüp elektrikleyin, sonra kalemi hızla sallayın, zayıf bir EM radyasyon yaratırsınız. Radyo vericileri de benzer şekilde çalışır; antenlere değişken akım vererek EM sinyaller üretirler.
Gündelik ölçeklerde EM radyasyonu bir dalga olarak düşünmek yeterli olsa da, atomları incelerken ışığı “foton” adı verilen parçacıkların akımı olarak görmek daha doğrudur. Bir atom veya molekülde bulunan bir elektron ile bir foton çarpıştığında, elektron fotonun enerjisini emip moleküldeki bir üst enerji seviyesine geçebilir, veya molekülden kopup gidebilir, ama bunun için fotonun tam uygun enerjide olması gerekir. Aksi takdirde elektron, fotonu emmez.
Parlak bir ışık huzmesinde, zayıf ışığa göre daha fazla foton vardır, ama fotonların enerjileri ikisinde de aynıdır.
EM radyasyonu (ışığı) oluşturan fotonların enerjisi, frekansla artar. Radyo dalgaları fotonlarının enerjisi düşüktür, görünür ışığın daha yüksek, X ışınlarının daha da yüksektir. Yüksek enerjili bir foton, maddenin içine daha fazla nüfuz eder.
Madde ki buna insan bedeni dahil ve ışığın (radyasyonun) etkileşimi çok zengin ve geniş bir fizik konusudur. “Radyasyon” kendi başına tehlikeli bir şey değildir. Gözümüz bir radyasyon detektörüdür; belli frekanslardaki radyasyonu emerek dünyayı görmemizi sağlar. Bir kamp ateşinden çıkan radyasyon ısınmamızı sağlar.
Fizikte “radyasyon” terimi bazen çok hızlı atom altı parçacıklardan (elektron, proton, vb.) bahsederken de kullanılır. Bu yazıda radyasyon terimi bu tür parçacıklar için değil, sadece elektromanyetik kökenli radyasyon için kullanılacak.
2-) EM RADYASYON KANSER YAPAR MI?
Bazısı yapabilir, bazılarının yapması ise mümkün görülmüyor.
Sağlık tartışmalarında EM radyasyon ikiye ayrılır: İyonize edici olan ve olmayan. Birinci gruptakiler, morötesi ve daha yüksek frekansa (dolayısıyla enerjiye) sahip olanlardır. İkinci gruptakiler ise düşük frekanstaki radyo, mikrodalga vb. tipleridir.
İyonize etmek, bir molekülden bir elektronu koparmak demektir. Atomlar arası bağlar elektronlarla oluşturulduğu için, bir elektronun kopması molekülün kırılmasına bile sebep olabilir. Elektronu koparabilmek için gereken enerji, ancak morötesi veya daha yüksek frekanslardaki fotonlarda bulunur
İyonize etme-etmeme ayrımının sağlıkla, özellikle kanserle ilgisi var. Kanserin temel sebebi, bir hücrenin büyümesini kontrol eden genlerin mutasyona uğrayıp işlemez hale gelmesi, böylece hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıdır [2]. İyonize edici radyasyon bunu iki şekilde yapar: ya doğrudan doğruya DNA’ya çarparak kırılmasına sebep olur, ya da suyu veya organik molekülleri iyonlaştırarak serbest radikaller (aşırı aktif moleküller) yaratır, bunlar da DNA’ya zarar verebilir. Radyo dalgaları, mikrodalga, görünür ışık gibi radyasyon tipleri bu etkilere yol açamaz, çünkü enerjileri elektron koparmaya, iyonlaştırmaya yetmez. Bu yüzden kansere yol açmaları mümkün gözükmüyor. Fakat yeterince şiddetli olduklarında dokunun ısınmasına sebep olabilirler
Morötesi ve X ışını gibi iyonize edici radyasyonun kanserojenliğinden şüphe yok. Yazımızın gerisinde asıl olarak radyo ve mikrodalga frekanslarında, iyonize edici olmayan radyasyonu inceleyeceğiz.
3-) RADYO DALGALARI, WİFİ, CEP TELEFONU SİNYALLERİ GİBİİYONİZE ETMEYEN RADYASYON ZAMANLABİRİKEREK KANSERE YOL AÇABİLİR Mİ?
Soruyu biraz açalım: Şu anda iletişimimiz yaygın şekilde EM radyasyona dayalı. Yüz yıldan beri telsiz, radyo, TV, uydu sinyalleri, cep telefonları, WiFi teknolojilerinde kullanılan EM dalgalar içinde yüzüyoruz. Bu frekanslarda bir tek foton iyonize edici olmayabilir, ama milyonlarca foton birden yağsa üstümüze, hep beraber “yüklenerek” bu eşiği aşamazlar mı? Daha somut olalım: Yakınımızdaki bir baz istasyonundan gelen güçlü sinyal, sırf şiddeti nedeniyle molekül bağını kıramaz mı, dolayısıyla kanserojen olamaz mı?
Bunların cevabı da hayır. Sebebi ise kuantum mekaniği.
Belli bir enerjiyle bağlı olan bir elektronu koparmak için en az o bağ enerjisi kadar enerjiye sahip bir foton göndermeliyiz. Daha az enerjili bir foton bu elektronla hiç bir etkileşmede bulunmadan geçer gider. Sinyalin güçlü olması, çok sayıda foton demektir. Fotonların enerjileri aynıdır, çünkü enerji sadece frekansa bağlıdır. Belli bir kimyasal bağı bir tek foton koparamıyorsa, aynı enerjideki bir trilyon foton da koparamaz.
Başka bir deyişle, bir tabanca kurşunuyla stratosferdeki bir uçağı vuramıyorsak, binlerce kurşun atarak da vuramayız. Aynı sebepten, frekansı değiştirmeden EM radyasyon şiddetini artırmak, DNA kırma ihtimalini artırmaz (sinyalin dokuyu ısıtarak yakacak kadar şiddetli olmadığını varsayıyoruz;
4-) BUNLAR TEORİK,AKLA GELMEYEN BİR MEKANİZMAYLAKANSER YAPMADIĞINI NEREDEN BİLİYORUZ?
Haklı bir soru. Kanser oluşumunda, DNA kırılmasından başka mekanizmaların da rol oynaması mümkün (DNA tamiri mekanizmasının bozulması, veya epigenetik bozulmalar gibi). Ya da henüz bilmediğimiz bir metabolik neden-sonuç zinciri belki kansere sebep olabilir. O zaman en iyisi doğrudan gözlem yapmak: EM radyasyona maruz kalanları (sözgelişi cep telefonu kullananları) incelemek ve böylelerinde kanserin daha sık görülüp görülmediğine bakmak. Böyle doğrudan incelemelere “epidemiyolojik çalışma” denir.
Bu amaca yönelik olarak yakın tarihte yapılan en kapsamlı çalışma, Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Dairesi’nin koordine ettiği INTERPHONE incelemesidir [3]. Pek çok ülkenin katıldığı bu işbirliğinin amacı, özellikle cep telefonu kullanımının beyinde (glioma ve meningioma), tükürük bezinde ve akustik sinirde (schwannoma) tümör riskini artırıp artırmadığını araştırmaktı.
Çalışmaya Almanya, Avustralya, Danimarka, Finlandiya, İngiltere, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’dan araştırmacılar katıldı ve ortak bir protokol çerçevesinde araştırmayı yürüttüler. Odaklandıkları grup, daha uzun zamandır cep telefonu kullanmış olmaları sebebiyle 30-59 yaş aralığındaki yetişkinlerdi. Ayrıca katılımcı ülkeler dahilinde en uzun zamandır ve en yoğun olarak telefon kullanılmış olan bölgelere ağırlık verildi. Yani, bir etki gerçekten varsa, tespit etme şansını azamiye çıkaracak şartlar seçildi.
INTERPHONE araştırmasının sonuç raporu 2011’de yayınlandı. Yapılan bu çok kapsamlı araştırma, cep telefonu kullanmakla tümör riskinin artmadığını gösterdi [4]. Telefonu en yoğun kullanan ilk onda birlik dilimde hafif bir risk artışı görülse de, bu artışın gerçek bir etki mi, yoksa veri hatası veya yöntem yanlılığı mı (“bias”) olup olmadığı belli değil. Nitekim bu grup, her gün, günde 12 saat gibi inanılmaz bir konuşma süresi bildirmiş; bu da verilerin güvenilirliğini şüpheye düşürüyor. Sonuçların sağlamasını yapmak için konuşma süresi yerine günlük çağrı sayısına bakıldığında, en yoğun kullanan grupta bile fazladan risk bulunmadığı gözlenmiş [5].
Aslında en basitinden, cep telefonlarının piyasaya çıkmasından bu yana beyin tümörlerinin sayısında artış olmadığını görmek yeterli
Bu çalışmaların EM radyasyonun kanser yapmadığının kanıtı olmadığı, daha fazla araştırma yapılırsa bir ilişki bulunabileceği iddia edilebilir. Yanlış bir iddia değil, ama bu sonuçlara dayanarak şu kadarını söyleyebiliriz: Eğer cep telefonları ve diğer EM kaynaklar kanser riskini gerçekten artırıyorsa, bu titiz araştırmalarda saptanamadığına göre bu artış çok küçük ve belli belirsiz olmalı.
5-) KANSER YAPIYOR DİYEN ARAŞTIRMALAR DA VAR HANGİSİNE GÜVENELİM?
Bütün araştırmalar aynı kuvvette, doğrulukta, ve güvenilirlikte değildir. Bazı çalışmalarda çok az sayıda vaka veya denek kullanılmış olabilir. Böyle durumlarda istatistiksel dalgalanmalar, var olmayan bir etkiyi varmış gibi gösterebilirler (sözgelişi, bir parayı on atışınızın altısında tura geldi diye, parayı etkileyen bir güç var diyemezsiniz. Ama on bin atışta altı bin tura elde ediyorsanız, o zaman şüphelenmek doğru olabilir.)
Çalışmalarda her zaman çeşitli yanlılıklar (bias) vardır. Bu yanlılıkların bazıları teknik, bazıları da psikolojik kaynaklıdır. Belli bir sonuç bekleyen araştırmacı, farkına varmaksızın verilerini bu beklentiye göre seçme eğiliminde olabilir. Bu tür yanlılıkları azaltmak için dikkat gösterilmelidir, sözgelişi araştırmacının hangi deneğin hangi şartlarda bulunduğunu bilmesi engellenmelidir (buna “çiftkör çalışma” – double-blind study – denir).
Hastalara sorulan sorulardaki “hatırlama yanlılığı” da çalışmanın doğruluğunu etkiler. Sözgelişi, cep telefonunu hangi tarafta kullandığı sorulduğunda, beyninde tümör çıkanlar tümörün olduğu tarafta kullandıklarını düşünmeye eğilimli olabilirler, fakat tümörü olmayanlarda böyle bir eğilim olmaz.
Bir araştırma grubunun elde ettiği sonuçlar bağımsız gruplar tarafından tekrarlanabilmelidir. Tekrarlanabilirlik yanlılık ihtimalini azaltır (ama ortadan kaldırmaz). Başkalarının tekrarlayamadığı sonuçlara güvenilemez.
Gözleme dayalı çalışmalarda pek çok karıştırıcı faktör işin içine girebilir. Dikkatli bir istatistiksel analizle yaş, cinsiyet, sosyal statü, gelir düzeyi, hayat tarzı, geçmiş hastalıklar gibi etkilerin katkısı ayrılmalıdır. Meselâ, yoğun ve stresli bir ofis ortamında çalışan insanlar, telefonda çok konuşurlar. Bu bireylerde stres ve hareketsizlik gibi faktörlerin yarattığı tümör oluşumu riskini öncelikle ayırmak gerekir.
Tıp ve biyoloji gibi bilim alanlarında tek bir çalışmaya bakarak karar vermek doğru değildir. İncelenen nesneler çok karmaşık sistemlerdir ve çevresel etkiler tam olarak izole edilemez. Bu yüzden, özellikle de aranan etki küçükse, çalışmalar farklı farklı, hatta zıt sonuçlar çıkarabilir. Eğer tıp veya biyoloji alanında yeterli uzman bilgisine sahip değilseniz, tek tek çalışmaları okumak yerine, bu yayınların karşılaştırılarak değerlendirildiği “meta-analiz” ve “tarama” makalelerini okumanız daha verimli olur.
6-) DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ CEP TELEFONU KANSER YAPAR DİYOR MU?
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization, WHO) çeşitli madde ve faktörleri kanserojenlik açısından şöyle sınıflandırmakta ;
- Grup 1: İnsanlar için kanserojen.
- Grup 2A: İnsanlar için kanserojen olması muhtemel.
- Grup 2B: İnsanlar için kanserojen olması mümkün.
- Grup 3: İnsana kanserojenlik açısından sınıflandırılamıyor (herhangi bir yönde delil yok).
- Grup 4: Muhtemelen insanlar için kanserojen değil.
DSÖ’ye bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Dairesi (IARC), INTERPHONE araştırmasının ardından, radyo frekansı EM dalgaları (cep telefonu sinyalleri de bunlara dahil) 2B olarak sınıflandırdığını ilan etti. Bu kategori insanlarda kanserojen etkiye dair sınırlı ve yetersiz delil olduğunda kullanılıyor (tam tanım için Not 1’e bakın).
Oysa DSÖ, radyo frekansı dalgaların hayvan deneylerinde kanserojen etki göstermediğini, insanlarda da kanser riskini artırmadığını, mevcut pozitif sonuçların rastlantı, yanlılık veya karıştırıcı etkenlerden ortaya çıkmış olmasının mümkün olduğunu söylüyor [8].
Bir maddenin 2B sınıfında olması kanser yaptığını göstermiyor (“mümkün” ile “muhtemel” farklı şeyler). Nitekim kahve, turşu, talk pudrası gibi gündelik nesneler de 2B olarak sınıflandırılmış; Bir araştırmacının ifadesiyle bu tanım ”sırf bir hırsızlık sırasında mağazada bulunduğu için bir müşteriyi ‘hırsızlık yapması mümkün’ diye sınıflandırmak gibi. Suçlama için daha fazla delil gerekli.”
Dahası, IARC neredeyse hiç bir zaman “kanserojen değil” demiyor. IARC, hakkındaki delilleri incelediği yüzlerce maddeden sadece birini “muhtemelen insanlar için kanserojen değil” kategorisine koymuş. IARC’nin katı kuralları, epidemiyolojik veya deneysel deliller hiç bir belirti göstermese de, incelenen madde için “kanserojen değil” demeyi çok zorlaştırıyor.
IARC’nin yaptığı sınıflandırma değişikliğini bütün uzmanlar ve kurumlar kabul etmiş değiller. ABD Ulusal Kanser Enstitüsü, ve Avrupa Komisyonu’na bağlı SCENIHR, cep telefonlarının fazladan kanser riski oluşturmadığı yönünde beyanlar yayınladılar. [
IARC, EM dalgaları 2B sınıfına koyma kararını Lennart Hardell’in öncülüğündeki bir araştırma grubunun yayınlarına dayandırmış. Hardell aynı zamanda IARC panelinin üyesi. Ancak bu yayınların sonuçları diğer çalışmalarla uyuşmuyor, elde ettikleri bulgular tekrarlanamıyor, ve bu çalışmaların bazılarında önemli yöntem hataları tespit edilmiş.
7-) TELEFONLAR MİKRODALGA YAYIYORSA BEYNİMİZ NEDEN PİŞMİYOR?
Telefon şebekesinin “mikrodalga” tabir edilen frekans aralığını kullanması, akla mikrodalga fırınları getiriyor. Mikrodalga fırınlar bir iki dakika içinde bir tabak soğuk yemeği buharı tütecek sıcaklığa getirebiliyorsa, cep telefonları da etimizi neden böyle pişiriyor olmasın?
Her şeyden önce, iki cihaz arasında önemli farklar var, ve bu farkların en önemlisi güç. Bir mikrodalga fırının gücü 1000 Watt civarındayken, cep telefonu sinyalinin gücü 1 Watt’dan azdır. Isıtma etkisi (yukarıda bahsettiğimiz molekül kırma etkisinden farklı olarak) sinyalin gücüne bağlıdır, bu yüzden de telefon dokuyu çok daha az ısıtacaktır.
Yüksek gücünün yanı sıra, bir fırının mikrodalga frekansı yiyeceklerin mümkün olduğunca derinine nüfuz edecek şekilde özellikle ayarlanmıştır . Cep telefonu sinyallerinin frekansı bu özel değerden uzaktadır, dokuları fazla ısıtmayacak ama iletişimi optimize edecek frekans değerleri seçilir.
“Fazla” ısıtmayacak dedik, çünkü EM radyasyon her türlü maddede az veya çok emilebilir. Bu emilen enerji SAR (Specific Absorption Rate — Özgül Emilme Oranı) denilen bir değişkenle ölçülür. SAR değeri EM radyasyonun gücüne ve frekansına, ve emen maddenin özelliklerine bağlıdır. Cep telefonlarının ve diğer EM radyasyon yayan cihazların tasarımında hükümetlerin belirlediği azami SAR değerinin üzerine çıkılamaz. ABD’de bu sınır 1.6 W/kg, AB mevzuatında ise 2 W/kg’dır.
Bu azami SAR değerlerinde bile EM radyasyon fazla bir ısınmaya yol açmıyor. Deneysel verilerle desteklenen bilgisayar modelleri, kafaya bitişik duran bir telefonun bile sıcaklığı sadece 0.1°C kadar arttırdığını gösteriyor . Bu ısınmanın da çoğu kafa derisinde; beyinde sıcaklık neredeyse hiç artmıyor. Afrika güneşinde hayatta kalmaya adapte olmuş bedenimiz için bu hafif ısınmayı bertaraf etmek çocuk oyuncağı.
😎 YA MANYETİK ALANLAR?
EM alanların aksine, sabit manyetik alanlar dokuların ısınmasına sebep olmazlar. Zayıf manyetik alanların sağlığa hiç bir zararı olmadığını biliyoruz. Dünyanın manyetik alanı, buzdolabımızı süsleyen kebapçı magnetleri, ve günlük hayatımızdaki diğer mıknatıslar, dokulara bir etki yapmıyor. [18] Yararlı etkileri olduğuna dair iddialar da var ama bunlar hurafeden öteye gitmiyor.
Militesla seviyesinde (Dünya’nın alanının yüz katı) manyetik alanların deney hayvanlarının sinirlerinde bazı etkiler yaptığı görülmüş. Bu alanlar, hücre zarlarının davranışını etkileyerek iyon taşınmasını geçici olarak bozabiliyor.
Çok güçlü ( Tesla seviyesi) manyetik alanlara, MR görüntülemesi gibi durumlarda maruz kalabiliyoruz. Şiddetli manyetik alanların insanlarda, laboratuvar hayvanlarında ve biyokimyasal süreçlerdeki etkisine dair araştırmalar sürüyor. Çok güçlü bir manyetik alan, insan vücudunda sinir iletimini sağlayan iyonların yollarını saptırabiliyor, bu şekilde MR görüntülemesi sırasında başını oynatan bir hasta baş dönmesi (vertigo) yaşayabiliyor. Ancak bu etki kalıcı olmuyor.
Bu konuda araştırmalar son sözü söylemiş olmasa da, çok bariz ve kuvvetli bir risk olmadığı anlaşılıyor. Günlük hayatınızda karşılaşacağınız zayıf manyetik alanların hiç zararı yok zaten. İçinizi daha da rahatlatması için ekleyelim: Manyetik alan şiddeti, kaynaktan uzaklaştıkça çok hızlı düşer; mesafenin küpüne ters orantılıdır. Yani mıknatısın on santim yakınından yüz santimlik mesafeye çekildiğinizde, alan şiddeti bin kat azalır.
9-) ELEKTROMANYETİZMAYA AŞIRI DUYARLILIK HASTALIĞI NEDİR?
Bazı bireylerin EM alanlara karşı, alerjiye benzer bir aşırı duyarlılığa (electromagnetic hypersensitivity) sahip olduğu iddia ediliyor. Bu bireyler bilgisayarların, kablosuz modemlerin, cep telefonlarının vb. elektrikli cihazların radyo dalgalarına maruz kaldıklarında ciltlerinde hassasiyet ve kızarıklık, ışığa hassaslık, bitkinlik, yüksek tansiyon, başağrısı, eklem ağrısı, baş dönmesi yaşadıklarını söylüyorlar. Bu şikayetler genellikle İsveç ve İngiltere’de görülüyor. Tedavisi yok. Hastaların şikayetleri sadece elektrikten arınmış ve yalıtılmış bir ortamda geçiyor.
Elektromanyetik aşırı duyarlılığın gerçek bir rahatsızlık olup olmadığı birçok defa incelendi. Görüldü ki, hastalar yalan söylemiyor, EM alan yayan bir elektrikli cihazın yakınında bulunduklarında sahiden ciddi rahatsızlıklar yaşıyorlar. Bazı hastalara “sahte senaryo” uygulanıyor, yani ortam aynı kalmakla beraber EM radyasyon bulunmuyor. O durumda hastalar rahatsızlık hissetmiyor.
Bu bulgular EM radyasyonun sorumlu olduğunu düşündürse de, deneyler daha dikkatli şekilde tasarlandığında tekrarlanamıyorlar. Çift kör deneylerde, yani ne hastalar ne de araştırmacılar gerçekten EM alana maruz kalıp kalmadıklarını bilemediklerinde sonuçlar tamamen rastgele. EM alana maruz kalanlarla kalmayanlar arasında istatistiksel bir fark olmadığı görülüyor. [21-23]
Yani, semptomlar gerçek, ama sebebi EM alanlar değil. Asıl sebep nosebo etkisi: Bir şeyin bizi hasta edeceğini düşündüğümüz zaman, hastalık semptomlarının gerçekten ortaya çıkması. Bu, plasebo etlisinin , yani etkisiz bir maddenin bizi iyileştireceğini düşünmekle iyileşmemizin tam tersi. Plasebo ve nosebo etkileri hakkında daha fazla bilgi almak için Ben Goldacre’ın Türkçe altyazılı kısa bir konuşmasını dinleyebilirsiniz.
10-) CEP TELEFONU VB. TEKNOLOJİ ŞİRKETLERİNDEN PARA MI ALINIYOR?
Hayır, ne cep telefonu üreticileri ile, ne de hizmet sağlayıcı şirketlerle bir çıkar ilişkimiz var. Bu sektöre bağlı lobilerle de işbirliği içinde değiliz.
Her insan, aşina olmadığı konularda aşırı temkinli olmaya ve aktarılan korkutucu bilgilere inanmaya yatkındır. Böyle durumlarda uzmanlık bilgisine ulaşabilmek çok önemli. Burada, EM alanların sağlığa etkilerine dair literatürden uzmanlık bilgilerini derleyip sunmaya çalıştık. Amacımız teknolojik kararların duygusal tepkilerle değil, bilimsel veriler ışığında verilmesine yardımcı olmak.